Sircasiz Tiyatro/Büyülü ev
Bugunku calışmamızda hikaye tamamlayarak doğaçlama yaptık. Hikayemizi Stories for Creative Acting kitabından sectik.
Kenneth F. Edgar'in yazdigiThe Enchanted Stove şöyle başlıyordu: Baba, oğlu ve kızı bir şatonun yakınlarındaki bir eve taşınmışlardır. Ev eski ve sevimli olan bu evde eski sahibinden kalan üç antika eşya bulunmaktadır: Çaydanlık, saat ve porselen bir bebek. Gece şatodan çan sesleri gelir ve çocuklar korkarlar, babalarına bu seslerin ne anlama geldigini sorarlar ama baba hiçbir yanıt vermez ve onları tersleyip odalarına gonderir. Herkes uyuyunca...
Hikayeyi burada kesip gerisini oyuncuların tamamlamalarını ve bütün hikayeyi yazıp getirmelerini istemistik. Gruptan altı kişi hikayelerini yazarak getirdi biz de üçer kişilik altı gruba ayrılarak onların hikayelerini 15-20dk çalıştık. Sırayla doğaçlamalarımızı sergiledik. İzleyen arkadaşlarımız doğaçlamalarda birkaç noktaya dikkat ettiler. Bunlar sırasıyla
1-hikaye akla mantığa uygun mu?
2-sahnede mekan kullanımı nasıl?
3-oyuncular seslerini bedenlerini nasıl kullanıyorlar?
Hikayenin başlangıcının dahi değiştirilmiş olduğunu gördük izlerken fakat bu noktaya hiç takılmadık. Grupta erkek oyuncu olmadıgı icin bazı gruplar karakterleri de değiştirmişti ki bu da bizce uygundu. Bunlar dışında aşağıdaki detayları konuştuk.
1. Grup eve taşınma kararı noktasından başlamış. Kendi isimlerini kullanmışlar. Gece olunca eşyaların canlandigi anlaşılmıyor. Aile ve esyalari aynı oyuncular canlandirdigi icin hangisi insan hangisi esya ayrimini daha net gormek ve duymak istiyoruz. Evi dagitmamaliyiz yaramazlik yapmamaliyiz mesajı çıkıyor finalde.
2. Grup anlatıcı ile olaya hizla giriyor ve yeni eve neden taşındıklarını anlatıyor. Fakat anlatılan kısmı bir daha oynuyorlar. Odak tuhaf bir evde ilk geceyi geçirmek iken basta biraz kayıyor ve ailenin eski ev sahibi, isportacılık planları...vs devreye giriyor. Bunlar finalde bir yere bağlanacak diyoruz fakat havada kalıyor. Evin kapisinin onunde asil hikaye başliyor; giristen itibaren korku ve gerilim artıyor. Finale kadar seyirci merakla izliyor. Finalde eşyalar insanlari korkutarak kaçırıyor.
3. Grup oyunun başladığını anlamakta zorlanıyoruz . Niye uyuyorlar niye kalkıyorlar? Seslerini duyamiyoruz. Yüzlerini göremiyoruz. Eve girince oda seçmece detayını takdir ediyoruz. Grup hikayeyi tamamlayamadığı için bu konuya dair konuşamıyoruz.
4. Grup görünmeyen eşyaların kullanımı konusunda oldukça özenli böylece mekanı gözümüzde kolayca canlandırıyoruz. Bu eve taşınma gerekçesini de şoyle bulmuşlar: kandirikci emlakçı ve ucuzcu ev hanımı; bu ikiliyi seyirciler kahkahalarla izliyor. Pısırık koca ve hareketli, cesur hanım ikilisi ile canlanan eşyalar birleşince korku komedisi gibi bir tarz ile karşılaşıyoruz. Oyuncuların finalde sürekli bağırmaları seslerinin kısılmasına neden oluyor.
5. Grup antika eşyaları canlandırmaya odaklanmış. İlk defa bayan Fokurdak'i (çaydanlık), Dede Saat'i ve Isabella'yı karakterler olarak görüyoruz. Üstelik bunlar iyi yürekli karakterler ve evi hırsızlardan korumaya çalışıyorlar. Finali apar topar (sallan yuvarlan) bir final diye tanımlıyoruz.
6. Grup karakterlere oldukça özen göstermiş özellikle anne karakteri bütün klişe (bütün annelerden sık sık duyduğumuz) sözleri yerli yerinde kullanıyor. Eşyaların çaydanlık ve bardak olarak ikiye indirilmesi ailenin de anne ve kıza dönüşmesi bambaşka bir hikaye çıkarıyor.
30 Nisan 2012 Pazartesi
Asya Okulda
Asya Okulda
Asya Okulda, Başak Doğan’ın 2002-2006 yılları arasında üyesi olduğu Eğitim-Sen 2 Nolu Şube Tiyatro Eğitim ve Araştırma biriminde Ömer Faruk Kurhan tarafından uygulanan kolektif oyunlaştırma tekniğinin çocuklarla tiyatro alanına uyarlama çalışmasıdır. 2009-2010 döneminde Sırçasız Tiyatro Rıfat Ilgaz’ın Bacaksız Okulda kitabından yola çıkarak “okulda ilk gün” temasını seçmiştir. Oyunun genel çerçevesini Duygu Özdemir oluşturmuştur. Haftada bir gün üç saat çalışılarak yaklaşık dört ayda oyunun son halini almış ve Orhan Veli İlköğretim okulunda on iki kez sergilenmiştir.
ASYA OKULDA
Önoyun
Oyuncuların bir kısmı sahne önünde sahneden aşağıda yüzleri sahneye dönük olarak oturur. Göçmenleri canlandıran oyuncular sırayla sahneye girer, bir yerde durur, yerden hayali bir yük alır (bavul, çuval, paket…vb) ve geldikleri şehirlerin adlarını söylerler.
Diyarbakır
Tokat
Yozgat
Adana
Malatya
Kars
Sivas
Çorum
Göçmenler: Üşüdüm üşüdüm a benim canım üşüdüm.
Oturanlar: Kürkünü giy kürkünü giy a benim canım kürkünü giy!
Göçmenler: Kürküm yok kürküm yok a benim canım kürküm yok.
Oturanlar:Alsana alsana a benim canım alsana!
Göçmenler: Param yok param yok a benim canım param yok.
Oturanlar: Çalsan çalsana a benim canım çalsana!
Göçmenler: Çalamam çalamam a benim canım çalamam.
Oturanlar: Asarlar biçerler en güzeli seçerler!
Oturanların sesleri giderek artar ve sonunda ayağa kalkıp göçmenlerin olduğu sahneye çıkarlar göçmenler kulise girerler.
Oturanlar sahneye gelir ve bezirganbaşı olurlar.
Göçmenler: Aç kapıyı bezirganbaşı, bezirganbaşı
Bezirganbaşı: Kapı hakkı ne alırsın, ne verirsin?
Göçmenler: Arkamdaki yadigar olsun yadigar olsun
Bezirganbaşı: Bir sıçan, iki sıçan, üçte kapana kısılan. İstanbul mu, İstanbul mu?
Göçmenler: İstanbul
Bezirganbaşı Asya’yı, kardeşi, babası ve annesini alır. Diğer göçmenlere “kapı kapandı” işaretini verir. İstanbul’a giremeyen göçmenler Bezirganbaşı şarkısını söyleyerek geri dönüp kulise girerler.
Sahnedeki bezirganbaşını canlandıran oyuncular dağlılır, kulisteki oyuncular gelir, şarkıya katılır ve sahnedeki oyuncular tuğla olurlar.
1. Bölüm
Asya Bu Evde Büyüyecek Bu Mahallede Okula Gidecek
Asya ve ailesi kulise girer. Yüklerini indirirler.
Anne: Amma da yorulduk. Haydi artık evimizi yapmaya başlayalım.
Hepbirlikte tuğlalardan ev yaparlar içine geçer otururlar.
Aile: Oh.
Evin duvarları seyircilerin içini görebileceği şekilde açılır. Aile yer sofrasında çorba içmektedir.
Kardeş: Çorba çok güzel olmuş baba eline sağlık.
Baba: Nasıl ama? Afiyet olsun.
Asya: Artık bu mahallede mi oturacağız anne?
Anne: Hı hı.
Asya: Ben burada mı okula gideceğim?
Anne: Evet Asya, Orhan Veli diye bir okul varmış seni oraya yazdırırız. Değil mi babası?
Baba : Tabi kızım.
Asya : Ama benim önlüğüm yok ki.
Anne: Haftaya birliktepazara gider alırız.
Kardeş: Ben?
Baba: Sen de gelirsin oğlum.
Kardeş: Oleeey.
Anne: Haydi artık sofrayı toplayıp uyuyalım.
Aile uyur evin duvarları kapanır.
2. Bölüm: Asya Üniforma Giyecek Öğrenci Olacak
Aile uyanır evin kapısını açar çıkarlar kulise girerler. Evi canlandıran oyuncular dağılır pazarcılar olurlar.
Aile pazara gelir tezgahları dolaşır en sonunda okul üniformaları satan tezgaha varırlar.
Üniformacılar: Gel gel gel, En güzel okul üniformaları burda, Orhan Veli, 30 Ağustos, Necatibey geeel vatandaş geeel.
Asya bir üniformayı dener küçük olur, bir üniforma çok büyük olur, en sonunda denediği üniforma tam bedenine göre olur. Asya okul hayallerne dalar, aile ile üniformacılar pazarlık yaparlar. Üniformanın parasını ödeyip geldikleri yöne doğru giderler Asya’yı unuttuklarını farkedip döner hayallere dalmış olan Asya’yı da alır kulise girerler. Pazarcılar labarba yapar. Vokallerini kısarak Okulda mezuniyet hatırası fotoğrafı çektiren öğrenciler olurlar.
3. Bölüm: Asya’ya Babası Okulu Gezdiriyor
Şarkı:
Baba okulu gezdir bana içinde sınıfım olsun
Öğretmenlerim ve arkadaşlarım
Baba: Tabi kızım
Kantin nerede nerede baba?
Tuvalet burası mı acaba?
Ya kaybolursam n’olucak baba?
Baba: Korkma kızım.
Nerede benim sınıfım nerede baba?
Baba: Burası kızım 1-C
Nerede benim sınıfım nerede baba?
Baba: Burası dedim ya kızım 1-C
Öğretmenler odası nerede
Müdürün odası da ne?
Ya kaybolursam n’olucak baba?
Baba: Korkma kızım yanında baban var.
Asya: Baba dondurma alalım mı eve giderken?
Baba: Sonra alırız kızım.
Baba ve Asya çıkarlar. Resimdeki öğrenciler Okulda tören sırasına geçerler.
4. Bölüm: Okulun İlk Günü Asya Hepsi Aynı Giyinmiş Öğrenci Kalabalığından Korkuyor.
Oğrenciler sıra olmuş andımızı okumaktadır. Asya korkmuş bir kenara sinmiştir. Andımız biter öğrenciler Pembe Panter film müziğini akapella olarak söylerler. Asya kaçmaya başlar, saklanacak bir yer arar en sonunda Atatürk büstünün arkasına saklanır. Müdür Okulun açılış konuşmasını yapar. Müdür muavinlerinden birisi müdürün kulağına eğilerek bir şey fısıldar.
Müdür: Çocuklar dinleyin bakalım, birinci kademe aferim çocuklar, ikinci kadame size söylüyorum rahat hazrol! Çocuklar Asya Avrupa diye bir öğrenci kaybolmuş. Kaçıncı sınıf hocam? Birinci sınıfa gidiyormuş. Asya pabucu yarım çık dışarıya oynayalım.
Müdür muavini Asya’yı bulur. Müdüre getirir. Müdür ve müdür muavini Asya’yı soru yağmuruna tutarlar. Asya iyice korkar. Asya kaçar müdür ve müdür muavini Asya’yı kovalarlar en sonunda Asya’yı üstüna balıkağı atarak yakalarlar.
Asya ağlamaya başlar.
Müdür: neden ağlıyorsun güzel kızım bak arkadaşların hiç ağlıyor mu?
Birinci kadame ağlamay başlar ikinci kademeden bir grup onları küçümser, diğerleri ağlayanları teselli etmeye çalışır.
Müdür: Hocam siz bu kızımızla ilgilenin. Siz de susun. İyi dersler.
Öğrenciler: Saa-ğool!
5. Bölüm: Müdür Muavini Asya ile konuşuyor Asya’ya sakinleşmesi için su veriyor Asya da çok sakinleşmek için çok su içiyor.
Öğrenciler yere yarım çember olup otururlar.
Şarkı:
Asya’m su içmiş aman Allah
Suyu da çok içmiş
Suyu da çok içince çişi çook gelmiş aah
Çişi de çook gelmiş
Tuvaleti aramış
Ama bulamamış
O kadar sıkışmış ki
Altına yapmış
Çişşşşşşşş
Altına yapmış
Eyvah eyvaaah Asya
6. Bölüm: Asya’nın imdadına yine müdür yardımcısı yetişiyor ve Asya’yı sınıfına götürüyor.
Müdür Yardımcısı: Öğretmenim öğrencinizi nihayet buldum. İyi dersler.
Öğrenci: Altına yapmııışş.
Öğretmen: Teşekkürler.
Öğrenciler: Sidikli sidikli.
Sırma: Şşşşş! Arkadaşa öööyle denilir? Ayıptır, ha. Ayıp.
Öğretmen: Gel bakalım Asya gel. Sen neden ağladın bu kadar kızım?
Asya: Anne ay, öğretmenim çok korktum.
Öğretmen: Ağlama kızım bak hemen karşıda tuvaletler var kapı açık kalsın yüzünü yıka gel tamam mı?
Anlatıcı: Asya zavallı Asya aylardır beklediği gün geldi çattı, okul açıldı. Annesi mis gibi yıkamıştı önlüğünü, saçlarını bir güzel taramıştı, pazardan haftalar önce alınan ama açılıp kapanmaktan fermuarı bozulan çantasını da tamir etmişti. Babası ilk gün Asya’nın yanında olamayacakları için okulu önceden gezdirmiş Asya’ya C harfini öğretmiş sınıfı 1-C’nin yerini defalarca kez göstermişti. Ama işte işler bazen hep ters gidiyor değil mi? Herkes okula ilk başladığı günü düşünsün. Mutlaka bazı aksilikler olmuştur. Asya’nıki de biraz abartı mı diyorsunuz?
Asya: Gerçek vallahi gerçek hem de devamı var.
Öğrenciler: Eeeee?
Asya: Şimdi ben çıktım sınıftan ama iki tane tuvalet kapısı var şu mu yoksa bu mu? Şu mu Bu mu? Ben girdim bu tarafa. Lavabolar biraz değişik. Bakıyorum bakıyorum musluklar yok. Geri dışrı çıktım sınıf kapısı açık öğretmen bana gülümsüyor. Diğer kapıyı işaret ediyor. Meğer erkekler tuvaletine girmişim.
Öğrenciler: Gülüşürler.
Sırma: Öğretmenim ben gideyim?
Öğretmen: Git Sırma.
Sırma Asya’nın yanına gider öğretmen basit toplama soruları sorar. Sırma ve Asya girerler.
Sırma : Öğretmenim ben geleyim?
Öğretmen: Gel Sırma.
Öğretmen: Şimdi Sırma benim sekiz tane elmam var ben dört tane daha alıyorum. Kaç tane elmam olur?
Sırma parmaklarıyla sayar, kendi parmağı yetmeyince öğretmenin parmağıyla da sayar.
Sırma: On iki.
Öğretmen: Aferim.
Sırma öğretmene sarılır. Giderken de Asya’ya sarılır.
Öğrenciler: Kaç zil kaldı öğretmeniiim?
Öğretmen: Evet çocuklar bugünkü dersimiz bitti Bu akşam erken uyuyun bakın benim kuşlarım var gelir bana haber verirler tamam mı? Neymiş?
Öğrenciler: “Evet çocuklar bugünkü dersimiz bitti Bu akşam erken uyuyun bakın benim kuşlarım var gelir bana haber verirler tamam mı?”
Öğretmen:Aferim.
7. Bölüm: Asya’nın Rüyası Kabusa mı Dönüşüyor?
Asya eve gider erkenden yatar. Ama bir türlü uyuyamaz. Uyuduğunda da kabus görür. Annesi yanına gelir.
Anne: N’oldu Asya?
Asya: Anne ben yarın hasta olacağım, okula gidemeyececeğim.
Anne: Ama baban da ben de işe gideceğiz kızım. Kardeşini de komşuya bırakıyorum zaten.
Asya: Gitmeyin anne.
Anne: Olur kızım sen oku, iş sahibi ol, biz o zaman gitmeyiz tamam mı yavrum. Hani sen okula gitmeyi çok istiyordun?
Asya: İstiyorum.
Anne: Hani okulu çok seviyordun?
Asya: Seviyorum. Hadi kızım gözünü kapa sabah ola hayrola.
Ninni:
Dandini dandini dasdana
Danalar girmiş bostana
Kov bostancı danayı
Yemesizn lahanayı
Uyusun da büyüsün nİnni
Korkusunu yensin ninni
Benim kızım güçlüdür ninni
Gamzeleri üçlüdür ninni.
8. Bölüm: Asya’nın Kahramanı Sırma
Sabah Sırma Asya’yı almaya gelir. Birlikte okula giderler. Sırma okulda herkese oyun oynatır. Dün Asya ile alay edenleri Asya’dan özür dilemeye ikna eder. Öğretmen sınıfa girer.
Öğretmen: Aferim Asya bugün hiç ağlamıyorsun kızım.
Öğrenciler: Aaaaferiiiim Aaaaasyaaaa
Sırma: Arkadaş sevilir, arkadaşımızla oynun oynarız.
Öğretmen: Evet Sırma aferim. Bize bir de şarkı söylemek ister misin? Sırma’nın sesi çok güzeldir çocuklar. Siz mutlu olunca ben de mutlu oldum vallahi. İlk der şarkı söyleyelim mi?
Öğrenciler: EEEVVEEEEEET
Sırma:
Okul bir rüyaydı benim için çokça zaman
Ama sonunda en sonunda geldim inan hocam
Evde iş, yemek, dikiş, bulaşık, kaşık maşık
Fırsat olsa, çalışsam da kafam almaz hocam
Kendimi kendimden çıkarsam sıfır kalmaz bu matematik beni
Güldürüyor hocam
Elde var sınıfım, öğretmenim, arkadaşlar
Hesaplar tutmaz tutmaz hocam
Anlatıcı: Asya okula işte böyle başladı şimdi aradan yıllar yıllar geçti. Asya okula başladığı o ilk günü hiç unutmadı ama en çok ertesi günü anlattı evde. Öğretmenini, Sırma’yı , diğer arkadaşlarını…
Sonoyun
Tüm oyuncular mezuniyet hatıra fotoğrafı olurlar.
Baba okulu gezdir bana içinde sınıfım olsun
Öğretmenlerim ve arkadaşlarım
Baba: Tabi kızım
Kantin nerede nerede baba?
Tuvalet burası mı acaba?
Ya kaybolursam n’olucak baba?
Baba: Korkma kızım.
Nerede benim sınıfım nerede baba?
Baba: Burası kızım 1-C
Nerede benim sınıfım nerede baba?
Baba: Burası dedim ya kızım 1-C
Öğretmenler odası nerede
Müdürün odası da ne?
Ya kaybolursam n’olucak baba?
Baba: Korkma kızım yanında baban var.
Asya: Baba dondurma alalım mı eve giderken?
Baba: Sonra alırız kızım.
7 Haziran 2009 Pazar
04 haziran 2009 fadime yılmaz'ın röportajı:
04 Haziran 2009- Orhan Veli İlköğretim Okulu Ataşehir/İstanbul
Fadime Yılmaz ZHS
SIRÇASIZ TİYATRO:
Mutlu Dalkın (Oyuncu. 13 yaşında. İki yıldır tiyatro çalışmalarına katılıyor.)
Fadime Yılmaz ZHS
SIRÇASIZ TİYATRO:
Mutlu Dalkın (Oyuncu. 13 yaşında. İki yıldır tiyatro çalışmalarına katılıyor.)
Süheyla Karakaya (Oyuncu. 10 yaşında. Ekim ayındaki çalışmalara katıldı daha sonra okuldaki etüt nedeniyle ekipden ayrıldı. Nisan başından beri prodüksiyon çalışmalarına katılıyor. )
Cem Aydoğan (Oyuncu. 10 yaşında. Mart ayından beri çalışmalara katılıyor.)
Sevcan Karayılan (Oyuncu. 9 yaşında. İki yıldır çalışmalara katılıyor.)
Berfin Polat (Oyuncu. 11 yaşında. Ekim ayından beri çalışmalara katılıyor.)
Başak Doğan (Danışman. 30 yaşında. 12 yıldır tiyatro çalışmaları yapıyor. Son üç yıldır çocuklarla tiyatro çalışıyor.)
Fadime : Gösteriniz güzeldi biz çok eğlendik özellikle müzikli fiziksel aksiyon ile ve olmayan nesne çalışmasıyla yapılmış sahneler oldukça akılda kalıcı idi. Bu sonuçtan mutlu musunuz?
Süheyla: Çok iyi hissediyorum. Çok güzeldi oyunumuz.Orada izlediğimiz oyunlar da çok güzeldi. Burada da oynamıştık, burada da gördüler bizi. Biz çok iyi hissettik önce burada da provamızı yapınca rahat oynayabildik. Karıştırılacak bir şey kalmamıştı.
Cem: İyi hissediyorum. Mutluyum.
Bertfin: Mutluyum.
Sevcan: Ben çok iyi buluyorum. Süheyla’nın dediği gibi burada teker teker çalıştık. Boğaziçi’nde de çok iyi oynadık yani rahat oynadık.
Mutlu: Başarılıydı. Devamını dilerim.
Fadime: Mutlu mutlu muydu?
Mutlu: Mutluydu. (Gülüşmeler.)
Fadime: Çalışma sürecinde oyuncu olarak neler yaşadınız?
Süheyla: İlk başlarda katılmıştım ama etüdüm olduğundan çıktım. Etüdümüz bitince katıldım. Ekipten arkadaşımız Tolga benim sınıf arkadaşım. O bana yardımcı oldu. Çok güzel yapmışlardı. Ben de repliğimi almıştım o arada ayrılanlar olmuştu.
Berfin: Aslında bu tiyatroya tesadüfen katıldım ama kendimi toparlayamadığım için hocamdan bir uyarı aldım ve kendimi toparladım. Kendi repliğimi aldım yani arkadaşlarımızla birlikte çalıştık oyunu oynadık.
Cem: Buraya başladığım zaman çok eğlenmiştik. İlkönce doğaçlamaya başlamıştık. Sonra repliklerimizi öğrendik. Oyuna başladık ve ilerlemeye devam ettik.
Mutlu: Benim söyleyecek fazla bir şeyim yok. Seyirciler dünya gibiydi, biz de ay gibiydik, Başak hoca da güneş gibiydi. Biz de güzel bir şey sergiledik. Biz de inşallah güneş oluruz. (Gülüşmeler.)
Fadime: Güzel... Ben yine de Mutlu’ya sorayım. Sen oyun boyunca neler yaptın?
Mutlu: Ben ilk önce üçüncü çocuktum ona çalışmıştım bir arkadaşımız da üçüncü çocuğa çalışmıştı sonra oynadık tartıştık benim ikinci çocuğa uygun olduğumu, onun üçüncü çocuğa uygun olduğunu gördük. Yani her şey tartışarak ortaya çıktı. Güzel bir beraberlik oldu.
Fadime: Senin itiraz ettiklerin oldu mu peki?
Mutlu: Yoo, yani anlaşarak çözdük onları, itiraz edeceğim bir şey yoktu, anlaşınca çözülüyor. Kavgaya falan gerek yoktu. Kendimi övmek gibi olmasın ama bir ara tiyatroyla ilgili malzemeleri bir tek ben getiriyordum yani. Arkadaşlarımız bununla ilgilendiler artık getirmeye başladılar. Kendimi büyük birisi gibi görmek istemiyorum, yani ben onlara ışık gibi oldum ben başladım onlar da beraber oldular. Sevindim ben de.
Fadime: Birinin başlaması herhalde her zaman ön açıcı oluyor. Başka eklemek isteyen var mı?
Berfin: Aslında ilk geldiğimde burası çok kalabalıktı ama şimdi az kişi kaldık, yani ondört onbeş kişiyiz. Yine de hala çok güzel tiyatromuz.
Süheyla: İlk başta tedirgin olmuştum yapamayacağım diye ama şimdi daha çok alıştığım için hiç tedirginlik diye bir şey yok ben de. Kendi okulumuzda sunduğumuzda gelmeyenler, hasta olanlar olunca onların yerine geçip, onları taklit etmek çok zevk veriyordu. Daha güzel oluyordu bizim için. Kendi repliğime fazla bir şey ekleyemedim ama bir kaç şey eklediğim şeyle de çok güzel replik çıktı ortaya.
Fadime: Sevcan sen oyunda anlatıcılardan biriydin. Çok iyi bir performans sergiledin. İyi anlattın aslında bize oyunu, o süreç nasıl gelişti? Neler ekledin anlatıcıya?
Sevcan: Eklemedim orada oyunda yazdığı gibi söyledim. Repliklerimi çalıştım.
Fadime: Ama duygu eklemişsindir?
Sevcan: Hı-hı. (Gülüşmeler.)
Başak: Çok oyuncu değişimi oldu. Oyuncu alımında herhangi bir seçme yapmadığımız ve sergilemeye iki ay kalana kadar katılıma açık olduğumuz için bu normal tabi. Oyuncular sahnede olmayan nesne ile müzikli fiziksel aksiyonla bir anlatım yapacakları için anlatıcıya ihtiyaç duyduk. Aday olanları izledik. Masa başı çalışmalarında “5 N bir K” sorularına cevap arayarak (Anlatıcı nerede, nasıl bir anlatıcı, niye anlatıyor, ne anlatıyor, ne zaman anlatıyor, anlatıcı kim?) anlatıcı öğesinin dramaturjisini yapmaya çalıştık. Buna göre oyuncular kendileri olarak, seyirci çocuklara Baharistan masalını severek anlatacaklardı. Belirlediğimiz dramaturjiyi sahne üstüne aktarmaya çalışan iki anlatıcı çıktı. Biri Betül diğeri Melisa. Melisa son ay TV'deki bir çocuk şarkıcı yarışmasına katılmak için gidince Sevcan aday oldu. Denedi. Bir itiraz çıkmayınca o da anlatıcı oldu Betül ile birlikte. Yani ilk replikleri vardı zaten son replikleri de benim önerdiğim kendi seçtiği cümlelerden oluştu. Bu süreçte Sevcan kelime çıkarmayı tercih etti rahat etmek açısından.
Süheyla: İlk başta bazı arkadaşlarımız oyunu bırakınca toparlayamıştık, zaman da yaklaşıyordu oyuncu değişikliği çok iyi oldu bizim için, çok iyi anlatıcılar bulduk, çok iyi, güzel rol yapanlar, repliklerini güzel yazanları bulduk. Çok zevkli zaman geçirdik Baharistan ekibi olarak.
Mutlu: Bir ara oyunun üç bölümünü yazdıktan sonra arkadaşlarımız gelmemeye başladı. Çalışmalarda sorunlar çıkarmaya başladılar. Başak hoca da bundan sıkılmıştı biraz, bir ara Başak hocayı çok sinirlendirmiştik tiyatroya gelmiyordu bizi cezalandırmıştı. Yeniden kendimizi toparlayarak kendimizi affettirdik. İnşallah böyle bir şey başımıza bir daha gelmez.
Başak: Krize girmiştik bir dönem, değil mi? Katılımı sağlayamıyorduk, önhazırlıksız geliniyordu, replikler unutuluyordu, çalışmanın gündemi hatta oyunun ne olduğu, oyunun konusunun bile unutulduğu oluyordu. Böyle olursa devam edemeyeceğimiz açıktı. Ben de bir çalışmayı nedenlerimi açıklayarak terk etmiştim. Haftada bir gün toplam seksen dakika çalışarak kolektif oyunlaştırma yapmaya çalışıyoruz. Kendi metnimizi kendimiz oluşturuyoruz. Sahne üstünde de söylemek istediğimiz şeyi beden diline döküyoruz. Herkesin kendi sorumluluğunu alması gerekiyordu. Ben herkesin sorumluluğunu alırsam herkes bana bağımlı olurdu, halbu ki bir ekip gibi çalışmak istiyorduk. İş bölümünde hepimizin gönüllü olarak aldığı bir yeri vardı, burada aksaklık çıkınca işimiz de aksıyordu. Arkadaşlarımız sorumluluklarını yerine getirme sözü verdiler ve bunu da yaptılar. Biz de tekrar birbirimize güvenerek yola çıktık. O krizi atlattık.
Mutlu: Kriz tiyatroyu da vurdu. (Gülüşmeler.)
Fadime: Aslında ilkesel kararlar gerekiyor bazen böyle süreçlerde çünkü oyuncuların ürettiği bir oyunda oyuncu hiç bir şey yapmadan, düşünmeden gelince ya da hiç gelmeyince eğitmen oyuncuları uyarıyor ve sorunu açıklıyor buna rağmen oyuncular aynı şekilde devam ediyorsa eğitmenin yapacağı fazla bir şey kalmıyor. Ben bir de şunu merak ediyorum bu oyundan sonra yaşantınızda veya düşüncelerinizde hiç değişiklik oldu mu?
Mutlu: İlk önce hayata bakışım değişti her şeyi kavga ederek değil anlaşarak çözmeyi öğrendim. İnsanların da bana bakışı değişti mesela bazı arkadaşlarım beni gördüğü yerde “a ne güzel oynamışsın, ne güzel yapmışsınız” dediler, bana olan tavırları değişti, daha iyi arkadaşlar edinmeye başladım. Derslerimde bir değişiklik olmadı. Derslerime zaman ayırdığım kadar tiyatroya da zaman ayırmaya çalıştım. Gerçekten başardığımı düşünüyorum. Büyük değişiklikler oldu.
Sevcan: Oyunun bir yerinde yağ satarım bal satarım oynadığımızda orda şaka falan yoktu sonra arkadaşımız yanlışlıkla düştü biz güldük oraya da şaka katmak istedik. O yüzden öyle güzel oldu.
Cem: Tiyatroya bakışlarım değişti. Daha da ilerilere götüreceğimizi anladık. Başak öğretmen yardım etmeseydi tiyatro öylece kalacaktı. Ama daha da ilerilere götürdüğümüz için ekibime teşekkürler ediyorum. Konuşarak çözdük sorunlarımızı, konuştuk tatlıya bağladık.
Fadime: Baharistan’da öyleydi ama dışarda öyle mi?
Cem: Dışarda öyle değil yani. Bazen kavgayla çözülüyor sorunlar bazen de konuşarak.
Berfin: Kendi seçtiklerimizi kendimiz yazdığımız için daha rahat oluyordu bizim için oynamak, ezber diye bir sorun kalmıyordu. Benim hayata bakış açım değişti. Tiyatro olmadığı zaman mesleğime tam olarak karar veremiyordum ama şimdi tam olarak karar verdim bir tiyatrocu olacağım. Bunun için daha çok derslerime çalışmaya başladım. Çok başarısızdım yani açık açık söyleyeyim. Ama şimdi o amacımı düşündükçe daha çok hırslanıyorum onu yapabilmek için uğraşıyorum. Sırçasız Tiyatro ekibine çok teşekkür ederim.
Süheyla: Bence tiyatroyu bir adım daha ileri götürdük. Tiyatroya bir zevk daha kattık. Bizi bütün izleyenler “Çok iyi oynadınız.” diyordu. Bazı sınıf arkadaşlarıma baktığımda onların da bakış açıları değişmişti. İyi bir etki aldıklarını zannediyorum çünkü bazı arkadaşlarımız çok yaramaz oldukları halde şimdi paylaşmayı daha iyi bilebiliyorlar.
Başak: Biraz da bu gelip gidenler hakkında konuşayım mesela Sedat da Süheyla’nın sınıf arkadaşı. Topluluğa katılmasını Süheyla önermişti. Sedat’ın dikkat problemi var ve “yaramaz” diye nitelendirilen bir çocuk. Süheyla Sedat’ı bana tanıtırken şöyle söylemişti: “Öğretmenim bir arkadaşımız var çok sanatçı ruhlu ama çok enerjik aslında yapabileceğini düşünüyorum.” Gerçekten de Sedat’ı sahne üstünde gördüğümüzde yoğun bir konsantrasyon sağladığını ama rolü bittiği andan itibaren dağıldığını ve diğerlerini de dağıttığını gördük keza Melisa, Tolga, Serkan arkadaşlarımız vardı çok yetenekli ama oyuncu disiplini edinmekte zorlanan. Böyle çok gelip giden arkadaşlarımız oldu kimisi kendiliğinden bıraktı, kimisi topluluk kararıyla önce sarı sonra kırmızı kart gördü ama ayrılanlarla bağımız hiç kopmadı kimi gelip ışıkta destek verdi, kimi kapıda, kimi bilet ve tanıtımda destek verdi. Hepsi oyunu izledi.
Mutlu: Tolga, benim sınıf arkadaşım en başta o da vardı çalışmalarda. İki tiyatroda da oynuyordu bir Gülden Hoca’nın tiyatrosunda bir de bizim oyunda, dersler ve iki çalışma zor oluyordu. “Hangisinde kalacaksın?” dediler o da Gülden Hoca’nın tiyatrosunu seçti. O çalışma sonlanınca buraya gene gelmeyi düşündü ama gelmedi.
Başak: Gülden Hanım da Türkçe öğretmenimiz. Metinle çalışıyor ve çok iyi oyunlar çıkarıyordu ama maalesef bu senenin ortalarında çalışmayı sonlandırdı.
Berfin: Ben arkadaşlarımız gelmediği zaman görüyordum soruyordum neden gelmedin diye, “Unuttum” diyorlardı ağzım açık kalıyordu yani. Tiyatroyu nasıl unutuyorsunuz falan diyordum. Bugün Betül’ü gördüm tiyatro var gelmeyi unutma dedim ama gelmedi.
Cem: Cem diye bizim bir sınıf arkadaşımız var. Oyuna girdi yeni konular kattı. Oyunlarımız değişti. Yeni replikler aldı. Şimdi çıktı derslerinden geri kalıyor diye. Yarışmaya falan girdiği için.
Başak: Üstün ve özel yetenekli çocuklar sınavına hazırlanıyordu.
Cem: Sınıfa gidip baktığım zaman da çok iyi şeyler anlamış, oyunlarını güzel sergiliyor şimdi, replikleri hala unutmamış.
Süheyla: Ben Sedat’ın karakterinin değiştiğini zannediyorum. Tiyatroya katılmadan önce çok çok ama çok yaramazdı. Yine sınıf öğretmenimizi çok kızdırıyor. Dersler de duruyor da tenefüslerde birilerini dövüyor yani kendisinde öyle bir ruh var enerji dolu bir çocuk. (Gülüşmeler.)
Sevcan: Duygu vardı benim sınıfımdan geçen sene katılmıştı ama evi uzak olduğu için ağabeyi gelip bu saatlerde alamadığı için gelemedi. Bence bizim sınıfta Zehra var o da yetenekli ama annesi diyor ki “ben gelip seni alamam” diyor. Alsa Zehra da gelirdi. İkinci sınıfta Ferdi öğretmenimiz varken biz tiyatro yapıyorduk. Okuduğumuz kitaptan, ben anlatıcı oluyordum onlar da oyuncu oluyordu ben anlatırken onlar donuyordu.
Fadime: Size birer tane hamur verilse tiyatroya dair bir şeyler yapın dense ne yapardınız?
Sevcan: Ben hamurlardan Sırça Köşk’ün binasını yapmaya çalışırdım. Etrafına insanlar yapardım. Oraya da kafatası gibi bir şeyler yapardım. İnsanlar eline alırdı böyle bakardı.
Berfin: Ben hamurdan bir sahne yapardım. Yani tiyatroyla ilgili tam olarak yapamasam da benzetmeye çalışırdım ve iki üç tane yapardım. Çok yapardım.
Cem: Bahar’ın kafasını yapmaya çalışırdım. Onu gerçek dünyaya çevirmeye çalışırdım. İnsanlar, evler, yaşam dolu insanları yapmaya çalışırdım.
Mutlu: Ben bir top yapardım. Çünkü tiyatro genel olarak paslaşmadan oluyor yani sen ondan görürsün ya da ondan duyarsın. Dilden dile aktarılarak gelmiştir tiyatro, görülerek gelmiştir. Eskiden yapmıştık ilk çağlardan beri tiyatroyu anlatmıştık “Horo Horo Kabilesi” oyununda oradan da aklıma geliyor tiyatro taklitle oluyor. O yüzden bir küre yapardım kürenin içinde her şey olurdu yani dünya yapardım yani bir küre.
Süheyla: Kendi oyunumuzun içinden sergilediğimiz bir oyun resmini hamurla yapardım. Kendi oyunumuzu da tanıtır tiyatroyu da tanıtır. Tiyatroda mutluluk olduğunu da tanıtır.
Sevcan: Geçen sene yaptığımız Horo Horo vardı.
Fadime: Ne horo? (Gülüşmeler.)
Başak: Geçen yıl 27 Mart için hazırladığımız antik çağdan günümüze tiyatronun nasıl geliştiğini anlatan oyunlu sunum.
Sevcan: İlk çağı yapmıştık. Nasıl olur diye. İlk çağların insanlarını yapmıştık nasıl yaşarlar diye ben leopar olmuştum. Avcı vardı beni yakalamaya çalışıyordu. İlk Melisa abla olmuştu o ağır diye taşıyamıyorlardı. Beni leopar yapmışlardı hafifim diye. Öğretmenim çok güzeldi o. O Horo Horo’yu da yapmak isterdim böyle. İlk çağın insanlarını yapmak isterdim.
Mutlu: Zaten tiyatro da hayata bakarak oluyor. O zamandan beri var.
Fadime: Sen ne yapardın hamurdan Başak?
Mutlu: Börek yapardım. (Gülüşmeler.)
Başak: Hamurdan birlikte oyun oynayan iki figür çocuk da olabilir bunlar, etraflarına da seyirci yapardım.
Fadime: Ben de bir sahne dolusu çocuk yapardım. Renk renk, boy boy, çeşitli kıyafetlerde, uzun kısa siyah, beyaz, sarı...
Mutlu: Şey yapabilirdik madene indiğimiz için elimizde kazma küreklerle iplerle urganlarla falan bir resim yapardık, bir heykel...
Fadime: Maden aynı zamanda sizin için emek, çalışma değil mi? Bir şey çıkarmak.
Mutlu: İnşaa etmek...
Fadime: Güzel bir şey söyledi ama Mutlu. Maden çıkarmak zor değil mi?
Başak: Biz ne yapacağımızı bilmiyorduk senenin başında, bu sene konuştuk seneye Rıfat Ilgaz Bacaksız çalışalım diye ama sahneye nasıl bir şey çıkaracağımız hakkında en ufak bir fikrimiz yok. Dans tiyatrosuyla mı karşılaşacağız, bizdeki yetenek ne, madene indiğimizde ne bulacağız, elimizdeki malzeme ile neyi çıkarabileceğiz, nasıl bir süreç geçireceğiz her şey ürünü etkiliyor o yüzden madene inmeye benzetiyoruz çalışmayı.
Fadime: Ama maden de algılanmış, çok güzel anlaşılmış galiba. Başka ne söyleyebilirsiniz o hamurla ilgili?
Mutlu: Tiyatroyu bir insanın hayatına benzetebiliriz. İnsanın hayatında yaptıkları gerçekten de tiyatroya benziyor. Hüzünleri, tutkuları, mutlukları hepsini birlikte hissediyor, arkadaşları, akrabaları ne yapıyorsa onlarla beraber yaşıyor. Yalnız insan da olabilirdi bu.
Cem: Ben de bir çocuğun hayatını anlatmaya çalışırdım. Ne yapıyor, ne ediyor bugün hangi dersleri yaptı... Hepsini...
Fadime: Peki aslında sizin o sahnedeki hamur olduğunuzun farkında mısınız? Oyununuzu izlediğimizde aslında hamurdan kendi kendinizi inşaa etmiştiniz. Oraya ulaşmıştınız o zaman onu söylemek isterim. Bahar’ın kafasını yaparım dediniz ya o mesela, biz somut bir kafa olmasa da Bahar’ın kafasını anladık. Aslında siz onu hamurdan yapmıştınız ve biz onu gördük.
Mutlu: Biz de zaman geçtikçe pişeceğiz ve Başak Hoca gibi kalıplaşmış bir hamur olacağız.
Başak: Nasıl yani? (Gülüşmeler.)
Mutlu: Hani sizin kişiliğiniz belli ne yaptığınız belli.
Fadime: Hamur ve güneş önemli şeyler, ekmek gibi. Sonraki yaşamında bu sanat alemine dair ne düşünüyorsun Mutlu? İleride değişebilir ama şimdiki düşüncelerin nedir? Tiyatro alanına dair şunu yapacağım, dansa dair bunu yapacağım diye bir şey düşünüyor musun? Metin yazarlığı, sahne, kostüm tasarımı, müziğe dair?
Mutlu: Ben doktor olmayı istiyordum en çok ama tiyatroya katıldıkça fikirlerim değişiyor. Burada inşaatçıyı gösterince inşaatçı olmak, doktoru, hemşireyi, aşçıyı gösterdikçe, tanıdıkça bir şeylere daha özeniyorum. Tiyatroyu sürdürürüm yani sürdürmeyi istiyorum. Mesela doktor olsam bile çıkarım böyle ara meslekte güzel festivaller olursa katılırım.
Sevcan: Ben öğretmen olmak istiyorum. İngilizcem iyi olursa İngilizce öğretmeni ve tiyatro da çalıştıracağım çocuklara.
Cem: Müziklerimi yine Amelie müziği koyacağım, (Gülüşmeler.)Cumartesi-Pazar’ımda tiyatro yapacağım. Hafta içi de müzik öğretmeni olacağım.
Berfin: Ben tiyatrocu olacağım ve tiyatro öğretmenliğini de yapacağım. Tiyatro ile ilgili çok şey yapacağım.
Süheyla: Ben cerrah olmak istiyorum boş zamanlarımda, tabi doktorluğun boş zamanı olursa tiyatroya giderim festivallere de katılabilirim, kendimi çok hissederim tiyatroya katılınca... Tiyatro izleyince kendi anılarımı hatırlarım. Doktor olsam da tiyatroculuğumu unutmam.
Fadime: Tiyatro insana dair anılarımızı da açığa çıkarıyor unutmamamızı görmemizi sağlıyor.
Başak: Okulumuzun bulunduğu mahallenin kültür-sanat ile ilişkisi ancak buraya gelebilen kurumlar veya kişiler aracılığıyla olabiliyor. Dolayısıyla ilk sırayı televizyon aracılığıyla edinilen kültür-sanat bilgisi alırken, ikinci sırayı mahalleden ve okuldan alınan görgü alıyor. TV’deki yarışmalar çocukların ilgisini çekiyordu. Yarışmaların yaratığı kirliliği ve yarışmalara katılım sürecinin dayattığı kölelik sistemini dinledik Melisa’dan. Seçmelere katılmak için ta cehennemin dibine kadar yol gidiyor, dört saat bekliyor, beklerken yarışmacı çocukların saatler süren eziyetli provalarını görüyor yine de yılmıyor, şükür ki eleniyor ve başka bir yarışma olan SBS sınavına evde hazırlanmak üzere test kitaplarının başına dönüyor. Nisan ayında bir haber görmüştüm gazetede Fransız bir yönetmen diyor ki “Filmimiz bir bebeğin hayatını anlattığı ve Fransa’da bebekler sette bir saatten fazla tutulamadığı için çekimlerde çok zorlandık. Keşke Türkiye’de çekseymişiz. Burada ne kadar serbestmiş.” Uzaktan baktığımızda çok güzel Sırça Köşk’de yaşam ama içinde neler dönüyor, hangi haklar gaspediliyor?
Mahallemizde ücretsiz konserler oluyor ara sıra, okulumuza ise çocuk oyunları geliyor 2-3TL karşılığında öğrenciler izliyor ama çoğunu özensiz veya sıkıcı bulup beğenmiyorlar. Bu yüzden emeğimizi altenatif festivallere taşımayı tercih ediyoruz. Geçenlerde Berfin yazın ne yapabileceğini sordu. Bir eğitmen olarak bu soruya net bir cevap veremedim. Sadece ne yapmasa daha hayırlı olur onları söyleyebildim: eğitimci etiği düzgün işlemeyen bir yerde çalışma, rekabetçi, yarıştırmacı bir ortamda çalışma, senin görüşlerini kaale almayan insanlarla çalışma... vs diyebildim ama sanırım bunların daha da tartışılmasına ihtiyaç var.
Fadime: Aslında benim sorularım bitti ama şu anda aklıma gelen bir şeyi sormak istiyorum: Kadın eğitmenle çalışmak bir fark yarattı mı?
Süheyla: Erkek olsaydı kendimizi daha rahat ifade edemezdik, oyunumuzu rahat oynayamazdık, Başak Öğretmen bir kadın olduğundan kendimizi daha rahat bırakabiliyoruz bir kız olduğumuzdan. Erkek olsaydı yine devam ederdik ama o kadar rahat yapamazdık.
Berfin: Bence kadın olması daha iyi oldu. Kızların sorunlarını daha iyi anlayabiliyordu daha yumuşak, daha iyi davranıyordu erkeklere de öyle ama erkek olsaydı en ufak bir şey yaptığında sana bağırıp sana vurabilirdi. Kadınların yürekleri aslında biraz da yumuşaktır. Kızların sorunlarını çok iyi anlayabiliyor diyelim ki bir sorun çıktı tiyatronun ortasında ona söyleyebiliyorsun utanmadan. Erkek olsaydı utanırdın.
Cem: Kadın olsa daha iyi olurdu... Zaten kadın... (Gülüşmeler.) Hem yakın bize benim hem öğretmenim hem tiyatro öğretmenim ikisini bir anda sunuyor.
Sevcan: Benim için erkek ya da kadın hiç farketmez.
Mutlu: Benim için farketmezdi. Sen tiyatroya gönül vermek istiyorsan ikisine de duygularını açıkca söyleyebilirdin. Ama ben sizin özelliğinize sahip olmak isterdim. Her şeye bakış açınız farklı yönden. Eleştirilmeye açıksınız. Eleştirilmeyi de seviyorsunuz yani. Sizi örnek alabilirim yani.
Başak: Aslında nasıl bir eğitmen olmalı sorusu da sorulabilir? Sadece kadın olması iyi bir eğitmen olmasına garanti midir? Kadın ve erkek eğitmenlerde hangi özellikler olmalı?
Sevcan: Ben kötü öğretmenle çalışmak istemem yani kızgın, yanlış yaptığımızda çok kötü kızar falan.. Ben iyi bir öğretmenle çalışmak isterim sakin... Başak öğretmenimiz bir hata yaptığımızda onu daha iyi çalışmamız gerektiğini anlatıyor. Sakin bir öğretmen.
Berfin: Bir şeyi yapamadığın zaman sana kızmayıp onu yapmayı defalarca olsa bile sana öğretmeye çalışan bir öğretmenle çalışmak isterim. Bu sorunu çok yaşıyorum okulda, sınıfta sınıf öğretmenimiz bana kızıyor. Yine de benim öğretmenim çok iyi bir öğretmen onu da söyleyeyim yani.
Başak: Gürsel Çelikkol öğretmenden bahsediyor, hümanist bir eğitim anlayışı vardır, beş yıldır emeği var bu çocuklara aslında kendisinin ilk mesleği de maden mühendisliği.
Fadime: Berfin zaten onun hakkını iade etti ama küçük de olsa engellenmesinin yaratıcılığına ket vurduğunu söyledi.
Başak: Bazı insanlar diğerlerinden biraz fazla sanatçı duyarlılığıyla doğarlar bunu kabul etmek lazım. Desrte sıkılıp uyuyan, çabucak dağılan çocuklar ama bir kanal açtığınızda oradan koşarak akabileceklerini düşünüyorum. Berfin’in buna ihtiyacı vardı kendisi de söylüyor zaten. Röportajın başında da sıkılıyordu ama burasının bir ifade etme alanı olduğunu anladığı zaman kelimeler aktı ağzından, dikkati de hiç dağılmadı, ilgisi arttı.
Süheyla: Ben de iyi bir öğretmenle çalışmak isterdim sakin bir öğretmenle kendine güvenip sizin de kendinize güvenmenizi üsteleyen bir öğretmenle. Tiyatro öğretmeni de bir maden mühendisi gibi, araşırıp, emek verip sabretmeli. Bunun bir sonucu olacaktır. Çıkan oyun da başarıyla son bulacaktır.
Cem: Kötü bir öğretmenle çalışmak istemezdim. Konuşarak halledemezdik kavga ile hallederdik.
Mutlu: Bu işi para için yapanlar var şu ünlüyü göreceğim bu sanatçıyla çıkacağım diyenler de var. Düşünerek girmeliyiz bir tiyatroya, düşünerek yapmalıyız bir iş yaparken. Hangi eğitmenle çalışacağımıza, ilk önce ona uzaktan bakmalıyız. Bazı kişilere sorup soruşturmalıyız. Bu öğretmen nasıl? Öğretim tipi nasıl? Soruşturmalıyız ki, iyi bir eğitmenle çalışalım.
Fadime: Sanatı öğreten öğretmen ile sınıftaki öğretmen farklı özelliklere mi sahip olmalı?
Süheyla: Bizim sınıf öğretmenimiz Füsun Demirtaş, kendisi sinirlidir. Kendisi sanatı çok sever, bilime çok inanır. Bize hikaye kitabı okur, çok kitap okumuştur şu ana kadar hepsinde kendinin genel tekniklerini, yeteneklerini kullanır, konuşmasını değiştirir erkekse kalın, kadınsa, çocuksa öyle ses çıkarır. Rol yapar. Kendi sınıf öğretmenimiz böyle, Başak Öğretmen böyle, sanatla hiç ilgilenmeyen bir öğretmenin nasıl olacağını hiç tahmin edemiyorum.
Cem: Bizim öğretmenimiz de Serpil Öztürk. Kızgın biraz ama hemen siniri geçiyor, bize acıyor.
Mutlu: İnsanın bilimden, sanattan aldıkları öğrendikleri önemlidir de, ailesinden aldığı şeyler de önemlidir. Tiyatro ile uğraşan, öğretmenlik yapan, kendi yaşamını da sürdüren bir insanın üç yüzü olmaz. Tiyatroya girdiğinde diğer kapıları kapatır, normal hayatısına döndüğünde yine diğer kapıları kapatır, öğretmenlik yaptığında yine diğer kapıları kapatır ama kişiliği değişmez. Böyle bir tipteki biriyle çalışmak isterdim.
Cem: Bütün derslere aynı öğretmenin girmesini isterdim. (Gülüşmeler.)
Mutlu: Ben Başak Hocaya bir soru sormak isterim bu tiyatroya başladığımızdan beri bizde ne gibi değişiklikler gördünüz?
Başak: Sizler oyun oynamayı seven birbirinden habersiz çocuklar olarak sahneye çıktınız. Sonra şöyle çocuklar oldunuz: oyun oynamayı seven, oynadığı oyunu göstermeyi seven, seyircisine saygı duyan, yaptığı işe saygı duyan, çalıştığı arkadaşlarını tanıyan ve onlara saygı duyan çocuklar oldunuz benim gördüğüm. Bir dramaturji tartışmasında hatırlarsanız iki saat Baharistan’da oyundan atılma cezası olsun mu olmasın mı diye tartışmıştık. Demokrasi, haklar ve özgürlükler tartışmasına dönmüştü, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığınızı söylemiştiniz. Tartışma bittiğinde oyunun finali de belli olmuştu. Siz birarada sahnede tatışabilmeye, üretmeye başladınız en önemli değişim de bu oldu galiba. Beni de değiştirdiniz sizden ısrar etmeyi ve sabretmeyi gördüm.
Fadime: Siz dünyadaki çocuklara bir selam olarak ne söylemek istersiniz?
Başak: Aslında oyunun sonunda verdikleri selamın dramaturjisi o, fakat burada söze dökecekler.
Sevcan: Mesela hayatta olmayan arkadaşlarıma şöyle demek isterdim merhaba... Onların da böyle bizim gibi hayatta olmalarını isterdim. Hayatta olanlara, sokakta yatan, evi olmayan arkadaşlarıma onların da evleri olmasını istediğimi söylerdim.
Mutlu: Benim sahnede yaptığım selam böyleydi... Yani “hoşgeldiniz” anlamında. Ben mesela hayatında hiç tiyatro izlemeyen çocuklar var, bazı meyveleri hiç yememiş olanlar var, oyun oynamamış çocuklar var onlara “hoşgeldiniz Baharistan’da her şeyi yiyebileceksiniz, istediğiniz yerde denize girip, istediğiniz yerde yüzebileceksiniz, uçabileceksiniz, hoşgeldiniz” derdim.
Süheyla: Ben bütün herkese ulaşmasını istediğim beş-altı uçurtma yapardım. Birincisine şöyle yazardım: Hayatta başarılı olmak için çalışmak gerekir. İkinciye de şöyle yazardım: Tiyatroya katılıp, sunmasalar bile küçük bir tiyatro kurup orada kendilerini hayata vermiş olmalarını, hayata bakış açılarının değişmesini. Üçüncüye: Kendilerini rahat bırakmalarını, çok özgürce olmalarını kitap da okumalarını söylerdim. Dördüncü uçurtmamda da, ben dört tane yaptım aklımda beş-altı tane dedim ama: Onlara kendilerini köle gibi kullandırmamalarını, kendilerini özgürleştirip her şeyi anlamalarını, akıllarını çalıştırmaya çalışmalarını okuyup, araştırmalarını söylerdim. Bilime hizmet etmelerini bütün dünya çocuklarının tiyatroyla birlikte serbest olabileceğini söylerdim. Dağıtırdım dünyanın her yerine. Tabii her yere gitmezdi. Gittiğini varsaysaydım bütün herkes bunları duysaydı belki de büyük bir el çabasıyla, el ele koyunca kendimizi bütün Türkiye’ye duyurmak daha güzel olurdu.
Cem: Cartoon Network’daki reklam gibi bütün okumak isteyen çocuklara bir kurum kurmuşlardı bütün her şeyi yaymak yani.
Başak: Elinde bir mikrofon var dünyanın her yerinde sesin duyulacak ne demek istersin çocuklara?
Cem: Aboov! (Gülüşmeler.)
Berfin: Ben bütün çocukların özgür olmasını isterdim. Süheyla arkadaşıma katılıyorum bu konuda. Birisi taciz ettiği zaman söylemiyorlar niye söylemiyorsun ki? Korkusundan. Ben olsam söylerdim. Yaşamayan arkadaşlarım için de dünyada mutlu olamadılar bari orada cennette mutlu olsunlar derdim çünkü bütün çocuklar cennete gider. Orada Baharistan gibi her şey serbest. Yemek yiyorlar ama sadece istedikleri için yiyorlar yani karınları aç olduğu için değil. Kısacası özgür olmalarını isterdim hepsinin.
Fadime:Sen çocuklara ne söylemek isterdin?
Başak: Hiçbir zaman cesaretlerini kaybetmemelerini, kendilerine inanmalarını, arkadaşlarıyla birlikte oyun oynamaya devam etmelerini.
Mutlu: Bir de bir şey söylemek istiyorum biz oyunumuzu oymamaya gittiğimizde dört beş oyun aynı salonda oluyor. Bir oyun bir salonda bir gün oynansa, diğeri diğer gün başka salonda olsa daha iyi olmaz mı?
Süheyla: Eğer bu bir kitabın ön sözü olacaksa son sözü şöyle söylemek isterim. Bu kitabı okuyan bütün çocukların başarıya uğramasını dilerim.
Fadime: Çok teşekkür ederim hepinize zaman ayırdınız.
Sırçasız Tiyatro Ekibi: Biz teşekkür ederiz.
Fadime: Sizi hep böyle gülerek dinledim çenem ağrıyor. Ben de ZHS’deki arkadaşlarım adına sizi müsait olduğunuz bir dönem Zeytinburnu’na davet ediyorum. Biz bir yıldır çocuklarla barış ve adalet için bir uçurtma şenliği yapmak istiyoruz.
Başak: Süheyla’nın uçurtmaları hazır.
Fadime: Belki 1 Eylül Dünya Barış Günü yapabiliriz diye düşünüyorum davet ediyorum sizi Zeytinburnu çayırına.
Etiketler:
amatör tiyatro,
baharistan,
çalışma,
çocuk,
çocuklar,
dramaturji,
oyun,
oyunlaştırma,
öğrenci,
sabahattin ali,
sahneleme,
sırça köşk,
sohbet,
tiyatro
28 Nisan 2009 Salı
SIRÇASIZ TİYATRO İSTANBUL AMATÖR TİYATROLAR GÜNLERİNDE
Çocuklar ve Gençler Sahnede
Hakkımızı
Soruyoruz
Sırçasız Tiyatro 2-31 Mayıs tarihlerinde düzenlenen İstanbul Amatör Tiyatrolar Günlerinde 24 Mayıs Pazar günü saat 2'de Boğaziçi Üniversitesi Demir Demirgil Salonunda sahne alıyor.
Bu yıl hak ihlalleri temasıyla düzenlenen şenliğin oldukça yoğun bir içeriği var, bir haftasında ise yalnızca "Çocuklar ve Gençler Sahnede":) Hüseyin Rahmi Gürpınar Lisesi, Şişli Terakki Lisesi, Zeytinburnu Halk Sahnesi, Muallim Naci İlköğretim Okulu, Sırçasız Tiyatro, Orhan Veli İlköğretim Okulu oyuncularının gösterilerini izlemeye herkesi bekliyoruz.
Çocuk haklarının ihlali dünyadaki en büyük hak ihlalidir belki de... Çocuğun her hakkı yok oluyor. Bize hiçbir konu hakkında hiçbir şey sorulmuyor. Bizim görüşümüze önem verilmiyor. Bir konuşsak bütün sorunlara çözüm bulabiliriz.
Bizim gözümüzden düşünürseniz konuşmamaya alışmamızın bizi yok ettiğini görebilirsiniz. Okulda bildiğimiz bir soruya bile parmak kaldırmıyoruz belki. Oynama hakkımız da elimizden alınıyor. Oyun olmasa çocuk olur mu? Çocuk olmasa insan olur mu?
Soruyoruz: susmak, çalışmak, ezberlemek, yarışmak, emir almak, dayak yemek, tacize uğramak, kötü hava solumak, kirli su içmek, aç kalmak, hasta olmak, itilip kakılmak, yalnız hissetmek, korkmak, utanmak, güvenmemek, ölmek, zorla göç ettirilmek hak mıdır?
Biz kendi dillerimizi anlamak, konuşmak, okumak ve yazmak istiyoruz. Bizim hikayelerimizi anlatmak. Her yerde oynamak istiyoruz. Tertemiz bir hava, sağlıklı ve lezzetli yemekler istiyoruz. Gezmek ve yüzmek istiyoruz. Bir çok arkadaşımız olsun istiyoruz, merak ettiğimiz her şeyi öğrenmek istiyoruz. Kavga etmeyi ve de barışı bilmek istiyoruz. İyi şeyler yapmak istiyoruz. Bizi değil, bizi engelleyenleri engellemeye çalışmanızı, bizi desteklemenizi, korumanızı istiyoruz. Her çocuk, haklarını bilmek ve savunmak ister, en başta da yaşama ve özgürlük haklarını. Biz de bu yüzden sahnedeyiz. Hakkımızı soruyoruz.
Sırçasız Tiyatro
Hakkımızı
Soruyoruz
Sırçasız Tiyatro 2-31 Mayıs tarihlerinde düzenlenen İstanbul Amatör Tiyatrolar Günlerinde 24 Mayıs Pazar günü saat 2'de Boğaziçi Üniversitesi Demir Demirgil Salonunda sahne alıyor.
Bu yıl hak ihlalleri temasıyla düzenlenen şenliğin oldukça yoğun bir içeriği var, bir haftasında ise yalnızca "Çocuklar ve Gençler Sahnede":) Hüseyin Rahmi Gürpınar Lisesi, Şişli Terakki Lisesi, Zeytinburnu Halk Sahnesi, Muallim Naci İlköğretim Okulu, Sırçasız Tiyatro, Orhan Veli İlköğretim Okulu oyuncularının gösterilerini izlemeye herkesi bekliyoruz.
Çocuk haklarının ihlali dünyadaki en büyük hak ihlalidir belki de... Çocuğun her hakkı yok oluyor. Bize hiçbir konu hakkında hiçbir şey sorulmuyor. Bizim görüşümüze önem verilmiyor. Bir konuşsak bütün sorunlara çözüm bulabiliriz.
Bizim gözümüzden düşünürseniz konuşmamaya alışmamızın bizi yok ettiğini görebilirsiniz. Okulda bildiğimiz bir soruya bile parmak kaldırmıyoruz belki. Oynama hakkımız da elimizden alınıyor. Oyun olmasa çocuk olur mu? Çocuk olmasa insan olur mu?
Soruyoruz: susmak, çalışmak, ezberlemek, yarışmak, emir almak, dayak yemek, tacize uğramak, kötü hava solumak, kirli su içmek, aç kalmak, hasta olmak, itilip kakılmak, yalnız hissetmek, korkmak, utanmak, güvenmemek, ölmek, zorla göç ettirilmek hak mıdır?
Biz kendi dillerimizi anlamak, konuşmak, okumak ve yazmak istiyoruz. Bizim hikayelerimizi anlatmak. Her yerde oynamak istiyoruz. Tertemiz bir hava, sağlıklı ve lezzetli yemekler istiyoruz. Gezmek ve yüzmek istiyoruz. Bir çok arkadaşımız olsun istiyoruz, merak ettiğimiz her şeyi öğrenmek istiyoruz. Kavga etmeyi ve de barışı bilmek istiyoruz. İyi şeyler yapmak istiyoruz. Bizi değil, bizi engelleyenleri engellemeye çalışmanızı, bizi desteklemenizi, korumanızı istiyoruz. Her çocuk, haklarını bilmek ve savunmak ister, en başta da yaşama ve özgürlük haklarını. Biz de bu yüzden sahnedeyiz. Hakkımızı soruyoruz.
Sırçasız Tiyatro
13 Nisan 2009 Pazartesi
ROMAN ÇOCUKLAR
5-B SINIFI ÖĞRENCİLERİYLE DANS TİYATROSU ÇALIŞMASI. 23 Nisan için bir gösteri hazırlamak isteyen öğrenciler Sırçasız Tiyatro danışmanından (Başak Doğan)destek istediler. Çalışmak zorunda olduğu için okulu bırakan, arkadaşları Lütfiye'ye, bir hediye olarak vermek istedikleri bu çalışma Ocak ayında başladı. Başak Doğan bu gösteriye 2008 Ekim-2009 Şubat tarihleri arasında katıldığı Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) eğitim araştırma çalışmalarında edindiği deneyim sayesinde danışmanlık yaptı.
MÜZİK: TEPECİKLİ (SESLENDİREN: KİBARİYE)
"yine mi bana düştü, benden başkası yapamaz mı, ben acık daa yatsam"
"n'apayım?"
bir gülüşün var bu bana yeter.bir bakışın var dünyaya bedel.eyy güzeller güzeli.eyy melekler meleği.söyle bana kimsin sen?
MÜZİK: TEPECİKLİ (SESLENDİREN: KİBARİYE)
aahh leyleyley aaahhhhh leyleyley
sabah, gün doğmamış daha... çocuklar derin uykuda.
sabah, gün doğmamış daha... çocuklar derin uykuda.
"yine mi bana düştü, benden başkası yapamaz mı, ben acık daa yatsam"
"n'apayım?"
bir gülüşün var bu bana yeter.bir bakışın var dünyaya bedel.eyy güzeller güzeli.eyy melekler meleği.söyle bana kimsin sen?
"ayde kızanlar ayde" yola çıkar roman çocuklar kağıt toplamaya.
kaşına gözüne vuruldum onun.boyuna posuna hastayım onun.ey güzeller güzeli.ey çapkınlar çapkını söyle bana kimsin sen.tepecikli mi kuruçaylı mı kasımpaşalı mı menemenli mi?
"topla anam topla, topla babam topla..."
saatler geçer.
tepecikli mi kuruçaylı mı bursalı mı.ey güzeller güzeli.ey melekler meleği söyle bana kimsin sen?
"oooy valla bittim..."
.
bir gülüşün var bu bana yeter.bir bakışın var dünyaya bedel.eyy güzeller güzeli.eyy melekler meleği.söyle bana kimsin sen
"bugünlük yeter, sırtlanın yükünüzü patrona gidelim"
kaşına gözüne vuruldum onun.boyuna posuna hastayım onun.eyy güzeller güzeli.eyy çapkınlar çapkını.söyle bana kimsin sen?
yüklerini yığar, emeklerinin karşılığının verilmesini beklerler.
"ooh adamdaki sipalilere bak..."
"bize bu kadar verdi"
"ne?" "niye?" "söz verdiğimizden de fazlasını getirdik..."
patron çocukları üfleyerek uzaklaştırır. çocuklar darmadağın olurlar. sonra birbirlerine tutunarak durabilirler.
"nanik sana osuruklu!..." patron kızar çocukların üstüne yürür. çocuklar geri geri gider.
tepecikli mi kuruçaylı mı kasımpaşalı mı menemenli mi.tepecikli mi kuruçaylımı murtakeri mi bursalı mı.ey güzeller güzeli.ey melekler meleği .söyle bana kimsin sen.
güzel oyanayan bi çocuk çıkarak patronun karşısında oynar, iki çocuk daha çıkıp oynamaya başlar patron elinde olmadan oynamaya başlar. çocuklar patronun etrafını sarar oynayarak çıkarlar. bir çocuk kalır. sevinçle oynamaktadır. sonra bir ıslık çalarak arkadaşlarını çağırır. elindeki paraları gösterir. paraları savurur.
çocuklar oynayarak paraları toplarlar. patron oynayarak girer. ellerini cebine atar. paralarını bulamaz.
kaşına gözüne vuruldum onun.boyuna posuna hastayım onun.ey güzeller güzeli.ey çapkınlar çapkını söyle bana kimsin sen.tepecikli mi kuruçaylı mı kasımpaşalı mı menemenli mi?
"topla anam topla, topla babam topla..."
saatler geçer.
tepecikli mi kuruçaylı mı bursalı mı.ey güzeller güzeli.ey melekler meleği söyle bana kimsin sen?
"oooy valla bittim..."
.
bir gülüşün var bu bana yeter.bir bakışın var dünyaya bedel.eyy güzeller güzeli.eyy melekler meleği.söyle bana kimsin sen
"bugünlük yeter, sırtlanın yükünüzü patrona gidelim"
kaşına gözüne vuruldum onun.boyuna posuna hastayım onun.eyy güzeller güzeli.eyy çapkınlar çapkını.söyle bana kimsin sen?
yüklerini yığar, emeklerinin karşılığının verilmesini beklerler.
"ooh adamdaki sipalilere bak..."
"bize bu kadar verdi"
"ne?" "niye?" "söz verdiğimizden de fazlasını getirdik..."
patron çocukları üfleyerek uzaklaştırır. çocuklar darmadağın olurlar. sonra birbirlerine tutunarak durabilirler.
"nanik sana osuruklu!..." patron kızar çocukların üstüne yürür. çocuklar geri geri gider.
tepecikli mi kuruçaylı mı kasımpaşalı mı menemenli mi.tepecikli mi kuruçaylımı murtakeri mi bursalı mı.ey güzeller güzeli.ey melekler meleği .söyle bana kimsin sen.
güzel oyanayan bi çocuk çıkarak patronun karşısında oynar, iki çocuk daha çıkıp oynamaya başlar patron elinde olmadan oynamaya başlar. çocuklar patronun etrafını sarar oynayarak çıkarlar. bir çocuk kalır. sevinçle oynamaktadır. sonra bir ıslık çalarak arkadaşlarını çağırır. elindeki paraları gösterir. paraları savurur.
21 Mart 2009 Cumartesi
27 MART'A DOĞRU
U DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN :) :(
27 mart 2009'da sahneye çıkıyoruz heyecanlıyız. Okulda oyunun ilk iki bölümünü sunacağımız kısa bir gösteri hazırladık. Gösterimlerden sonra seyircilerle sohbet edeceğiz.
Birkaç haftadır neler yaptığımızı anlatalım. Oyun müziklerinde bir değişiklik yaptık. Müziklerini Joe Hisaishi bestelediği "Kiki'nin Teslimat Sevisi" film müziklerini kullanıyorduk. ( Film Japon yönetmen Miyazaki'nin.) Fakat Yann Tiersen'in Amelie filmi müziklerinde karar kıldık sonradan.
Anlatıcı oyuncu sayısını arttırdık. Rol dağılımında her zamanki gibi o role gönülllü olarak çalışan arkadaşlar görev aldılar.
Charlie Chaplin'in Çocuk (THE KID) filmini izledik ve filmdeki oyunculuk üslubu ile fiziksel aksiyon üzerine konuştuk. Doksan sene önce çeklmiş bu filmi kahkahalarla izlerken asıl önemli olanın hikaye ve oyunculuk olduğunu bir kez daha hatırladık.
Yaptığımız en önemli çalışma da Sevilay Saral'ın Oyun Yazarlığı Atölyesi çalışmasını kendi topluluğumuzda denemek oldu. Bu atölyeden esinle bir de yazdığımız oyunu yeniden ele aldık. İkinci çalışmada oyuna ve oyunculuğa dair tavırlarımızı (dramaturji) netleştirmeye çalıştık. 5N 1K sorularını bir fener gibi elimize aldık ve niye öyle yazdığımızı hatırlamaya, yazarken üzerinde pek düşünmediğimiz şeyleri bulmaya çalıştık. Oyun metnimizi kelime kelime incelemeye çalıştık.
Mesela BAHARİSTAN
Soru: Baharistan nedir?
Cevaplarımız: Bir ülke, hayali bir ülke, Bahar'ın kafasında bir yer...
Tercihimiz:Hayali bir ülke.
Soru: Baharistan nasıl bir ülkedir?
Cevaplarımız:Çocukların önemsendiği bir ülke, güvenli bir ülke, oyun oynayabilme hakkının olduğu bir ülke, kuralların haklardan yola çıkılarak oluşturulduğu bir ülke, güzel bir ülke, insanların barışabildiği bir ülke, çocukların mutlu oldukları bir ülke....
Tercihimiz:Hepsi:)
Soru:Baharistan nerededir?
Cevaplarımız: Sahnede, Bahar'ın kafasında.
Tercihimiz: Bahar'ın kafasında.
Soru: Bahar kimdir?
Cevaplarımız: Bir kız çocuk, yaşlı bir kadın, bir öğrenci, bu mahallede yaşayan bir çocuk, yaşadığı yeri hiç sevmeyen bir çocuk,bir oğlan çocuk, sadece hayal kurabilen felçli bir çocuk...
Tercihimiz: Bu mahallede yaşayan bir çocuk.
Soru: Baharistan niye vardır?
Cevaplarımız: Bahar oyun oynamayı unutmasın diye, Bahar'ın canı sıkılmasın diye, çocuklar mutlu olabilsin diye, Bahar kendi mutluğu için bunu düşünmüştür, Bahar etrafındaki çocukların da mutsuz olduğunu düşünüp böylebir yar yaratmıştır, umudumuzu keybetmemek için, üzgünken mutlu olabilelim diye...
Tercihimiz:Çocuklar birlikte oyun oynayabileceklerine dair umutlarını yitirmesinler diye.
Soru: Baharistan ne zaman kurulmuştur?
Cevaplarımız: 1995'te, şimdi kurulmuştur, hiç kurulmamıştır böyle bir yer yoktur, Baharistan hayal olduğu için biz şimdi yaşıyorken o da bir çocuğun kafasında var...
Tercihimiz: Bahar doğduktan sonra tasarlanmıştır hala da vardır ama bir kurgudur.
27 mart 2009'da sahneye çıkıyoruz heyecanlıyız. Okulda oyunun ilk iki bölümünü sunacağımız kısa bir gösteri hazırladık. Gösterimlerden sonra seyircilerle sohbet edeceğiz.
Birkaç haftadır neler yaptığımızı anlatalım. Oyun müziklerinde bir değişiklik yaptık. Müziklerini Joe Hisaishi bestelediği "Kiki'nin Teslimat Sevisi" film müziklerini kullanıyorduk. ( Film Japon yönetmen Miyazaki'nin.) Fakat Yann Tiersen'in Amelie filmi müziklerinde karar kıldık sonradan.
Anlatıcı oyuncu sayısını arttırdık. Rol dağılımında her zamanki gibi o role gönülllü olarak çalışan arkadaşlar görev aldılar.
Charlie Chaplin'in Çocuk (THE KID) filmini izledik ve filmdeki oyunculuk üslubu ile fiziksel aksiyon üzerine konuştuk. Doksan sene önce çeklmiş bu filmi kahkahalarla izlerken asıl önemli olanın hikaye ve oyunculuk olduğunu bir kez daha hatırladık.
Yaptığımız en önemli çalışma da Sevilay Saral'ın Oyun Yazarlığı Atölyesi çalışmasını kendi topluluğumuzda denemek oldu. Bu atölyeden esinle bir de yazdığımız oyunu yeniden ele aldık. İkinci çalışmada oyuna ve oyunculuğa dair tavırlarımızı (dramaturji) netleştirmeye çalıştık. 5N 1K sorularını bir fener gibi elimize aldık ve niye öyle yazdığımızı hatırlamaya, yazarken üzerinde pek düşünmediğimiz şeyleri bulmaya çalıştık. Oyun metnimizi kelime kelime incelemeye çalıştık.
Mesela BAHARİSTAN
Soru: Baharistan nedir?
Cevaplarımız: Bir ülke, hayali bir ülke, Bahar'ın kafasında bir yer...
Tercihimiz:Hayali bir ülke.
Soru: Baharistan nasıl bir ülkedir?
Cevaplarımız:Çocukların önemsendiği bir ülke, güvenli bir ülke, oyun oynayabilme hakkının olduğu bir ülke, kuralların haklardan yola çıkılarak oluşturulduğu bir ülke, güzel bir ülke, insanların barışabildiği bir ülke, çocukların mutlu oldukları bir ülke....
Tercihimiz:Hepsi:)
Soru:Baharistan nerededir?
Cevaplarımız: Sahnede, Bahar'ın kafasında.
Tercihimiz: Bahar'ın kafasında.
Soru: Bahar kimdir?
Cevaplarımız: Bir kız çocuk, yaşlı bir kadın, bir öğrenci, bu mahallede yaşayan bir çocuk, yaşadığı yeri hiç sevmeyen bir çocuk,bir oğlan çocuk, sadece hayal kurabilen felçli bir çocuk...
Tercihimiz: Bu mahallede yaşayan bir çocuk.
Soru: Baharistan niye vardır?
Cevaplarımız: Bahar oyun oynamayı unutmasın diye, Bahar'ın canı sıkılmasın diye, çocuklar mutlu olabilsin diye, Bahar kendi mutluğu için bunu düşünmüştür, Bahar etrafındaki çocukların da mutsuz olduğunu düşünüp böylebir yar yaratmıştır, umudumuzu keybetmemek için, üzgünken mutlu olabilelim diye...
Tercihimiz:Çocuklar birlikte oyun oynayabileceklerine dair umutlarını yitirmesinler diye.
Soru: Baharistan ne zaman kurulmuştur?
Cevaplarımız: 1995'te, şimdi kurulmuştur, hiç kurulmamıştır böyle bir yer yoktur, Baharistan hayal olduğu için biz şimdi yaşıyorken o da bir çocuğun kafasında var...
Tercihimiz: Bahar doğduktan sonra tasarlanmıştır hala da vardır ama bir kurgudur.
18 Mart 2009 Çarşamba
Aslında bir tiyatrocunun en önemli enstrümanı bedeni. Sesimiz de bedenimizin bir parçası olduğu için onu da geliştirmeye çabalıyoruz. Oyunlarımızda söz kullanıyoruz ve seyirciye sesimizi duyurabilmek istiyoruz. Haftada iki saat çalıştığımız ve bu tür teknik çalışmalar için ayrıca vakit bulamadığımız için sadece temel diksiyon alıştırmalarını nasıl yapacağımızı öğrenmekle yetiniyoruz. Bu çalışmayı dudak tembelliğini yenebilmek ve ses kullanımında çeşitlilik sağlayabilmek amacıyla öğrendik.
Bedenimizde sesimiz dışında özellikle ayaklarımızın ve dizlerimizin de sağlam olması çeşitlli kullanımlara uygun olması gerekiyor. Bunun için de ayak bileklerimizi ve diz eklemlerimizi nasıl güçlendirebileceğimizi öğreniyoruz. Mahallemizde, okulumuzda spor yapmak için uygun bir yer olmaması, okulumuzda beden eğitimi öğretmeninin olmaması gibi imkansızlıklar nedeniyle evlerimize oldukça yakın olan okulumuza gidip gelmekten başkaca bir fiziksel aktivitemiz yok. Bu nedenle dansa giriş niteliğinde temel adım çalışmaları da yapıyoruz. Bazen kendi arkadaşlarımız da bizim eğitmenlerimiz olabiliyor.
Bedenimizde sesimiz dışında özellikle ayaklarımızın ve dizlerimizin de sağlam olması çeşitlli kullanımlara uygun olması gerekiyor. Bunun için de ayak bileklerimizi ve diz eklemlerimizi nasıl güçlendirebileceğimizi öğreniyoruz. Mahallemizde, okulumuzda spor yapmak için uygun bir yer olmaması, okulumuzda beden eğitimi öğretmeninin olmaması gibi imkansızlıklar nedeniyle evlerimize oldukça yakın olan okulumuza gidip gelmekten başkaca bir fiziksel aktivitemiz yok. Bu nedenle dansa giriş niteliğinde temel adım çalışmaları da yapıyoruz. Bazen kendi arkadaşlarımız da bizim eğitmenlerimiz olabiliyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)