7 Haziran 2009 Pazar

04 haziran 2009 fadime yılmaz'ın röportajı:




04 Haziran 2009- Orhan Veli İlköğretim Okulu Ataşehir/İstanbul
Fadime Yılmaz ZHS
SIRÇASIZ TİYATRO:
Mutlu Dalkın (Oyuncu. 13 yaşında. İki yıldır tiyatro çalışmalarına katılıyor.)



Süheyla Karakaya (Oyuncu. 10 yaşında. Ekim ayındaki çalışmalara katıldı daha sonra okuldaki etüt nedeniyle ekipden ayrıldı. Nisan başından beri prodüksiyon çalışmalarına katılıyor. )


Cem Aydoğan (Oyuncu. 10 yaşında. Mart ayından beri çalışmalara katılıyor.)



Sevcan Karayılan (Oyuncu. 9 yaşında. İki yıldır çalışmalara katılıyor.)



Berfin Polat (Oyuncu. 11 yaşında. Ekim ayından beri çalışmalara katılıyor.)



Başak Doğan (Danışman. 30 yaşında. 12 yıldır tiyatro çalışmaları yapıyor. Son üç yıldır çocuklarla tiyatro çalışıyor.)



Fadime : Gösteriniz güzeldi biz çok eğlendik özellikle müzikli fiziksel aksiyon ile ve olmayan nesne çalışmasıyla yapılmış sahneler oldukça akılda kalıcı idi. Bu sonuçtan mutlu musunuz?



Süheyla: Çok iyi hissediyorum. Çok güzeldi oyunumuz.Orada izlediğimiz oyunlar da çok güzeldi. Burada da oynamıştık, burada da gördüler bizi. Biz çok iyi hissettik önce burada da provamızı yapınca rahat oynayabildik. Karıştırılacak bir şey kalmamıştı.



Cem: İyi hissediyorum. Mutluyum.



Bertfin: Mutluyum.



Sevcan: Ben çok iyi buluyorum. Süheyla’nın dediği gibi burada teker teker çalıştık. Boğaziçi’nde de çok iyi oynadık yani rahat oynadık.



Mutlu: Başarılıydı. Devamını dilerim.



Fadime: Mutlu mutlu muydu?



Mutlu: Mutluydu. (Gülüşmeler.)



Fadime: Çalışma sürecinde oyuncu olarak neler yaşadınız?



Süheyla: İlk başlarda katılmıştım ama etüdüm olduğundan çıktım. Etüdümüz bitince katıldım. Ekipten arkadaşımız Tolga benim sınıf arkadaşım. O bana yardımcı oldu. Çok güzel yapmışlardı. Ben de repliğimi almıştım o arada ayrılanlar olmuştu.



Berfin: Aslında bu tiyatroya tesadüfen katıldım ama kendimi toparlayamadığım için hocamdan bir uyarı aldım ve kendimi toparladım. Kendi repliğimi aldım yani arkadaşlarımızla birlikte çalıştık oyunu oynadık.



Cem: Buraya başladığım zaman çok eğlenmiştik. İlkönce doğaçlamaya başlamıştık. Sonra repliklerimizi öğrendik. Oyuna başladık ve ilerlemeye devam ettik.



Mutlu: Benim söyleyecek fazla bir şeyim yok. Seyirciler dünya gibiydi, biz de ay gibiydik, Başak hoca da güneş gibiydi. Biz de güzel bir şey sergiledik. Biz de inşallah güneş oluruz. (Gülüşmeler.)



Fadime: Güzel... Ben yine de Mutlu’ya sorayım. Sen oyun boyunca neler yaptın?



Mutlu: Ben ilk önce üçüncü çocuktum ona çalışmıştım bir arkadaşımız da üçüncü çocuğa çalışmıştı sonra oynadık tartıştık benim ikinci çocuğa uygun olduğumu, onun üçüncü çocuğa uygun olduğunu gördük. Yani her şey tartışarak ortaya çıktı. Güzel bir beraberlik oldu.



Fadime: Senin itiraz ettiklerin oldu mu peki?



Mutlu: Yoo, yani anlaşarak çözdük onları, itiraz edeceğim bir şey yoktu, anlaşınca çözülüyor. Kavgaya falan gerek yoktu. Kendimi övmek gibi olmasın ama bir ara tiyatroyla ilgili malzemeleri bir tek ben getiriyordum yani. Arkadaşlarımız bununla ilgilendiler artık getirmeye başladılar. Kendimi büyük birisi gibi görmek istemiyorum, yani ben onlara ışık gibi oldum ben başladım onlar da beraber oldular. Sevindim ben de.



Fadime: Birinin başlaması herhalde her zaman ön açıcı oluyor. Başka eklemek isteyen var mı?



Berfin: Aslında ilk geldiğimde burası çok kalabalıktı ama şimdi az kişi kaldık, yani ondört onbeş kişiyiz. Yine de hala çok güzel tiyatromuz.



Süheyla: İlk başta tedirgin olmuştum yapamayacağım diye ama şimdi daha çok alıştığım için hiç tedirginlik diye bir şey yok ben de. Kendi okulumuzda sunduğumuzda gelmeyenler, hasta olanlar olunca onların yerine geçip, onları taklit etmek çok zevk veriyordu. Daha güzel oluyordu bizim için. Kendi repliğime fazla bir şey ekleyemedim ama bir kaç şey eklediğim şeyle de çok güzel replik çıktı ortaya.



Fadime: Sevcan sen oyunda anlatıcılardan biriydin. Çok iyi bir performans sergiledin. İyi anlattın aslında bize oyunu, o süreç nasıl gelişti? Neler ekledin anlatıcıya?



Sevcan: Eklemedim orada oyunda yazdığı gibi söyledim. Repliklerimi çalıştım.



Fadime: Ama duygu eklemişsindir?

Sevcan: Hı-hı. (Gülüşmeler.)



Başak: Çok oyuncu değişimi oldu. Oyuncu alımında herhangi bir seçme yapmadığımız ve sergilemeye iki ay kalana kadar katılıma açık olduğumuz için bu normal tabi. Oyuncular sahnede olmayan nesne ile müzikli fiziksel aksiyonla bir anlatım yapacakları için anlatıcıya ihtiyaç duyduk. Aday olanları izledik. Masa başı çalışmalarında “5 N bir K” sorularına cevap arayarak (Anlatıcı nerede, nasıl bir anlatıcı, niye anlatıyor, ne anlatıyor, ne zaman anlatıyor, anlatıcı kim?) anlatıcı öğesinin dramaturjisini yapmaya çalıştık. Buna göre oyuncular kendileri olarak, seyirci çocuklara Baharistan masalını severek anlatacaklardı. Belirlediğimiz dramaturjiyi sahne üstüne aktarmaya çalışan iki anlatıcı çıktı. Biri Betül diğeri Melisa. Melisa son ay TV'deki bir çocuk şarkıcı yarışmasına katılmak için gidince Sevcan aday oldu. Denedi. Bir itiraz çıkmayınca o da anlatıcı oldu Betül ile birlikte. Yani ilk replikleri vardı zaten son replikleri de benim önerdiğim kendi seçtiği cümlelerden oluştu. Bu süreçte Sevcan kelime çıkarmayı tercih etti rahat etmek açısından.



Süheyla: İlk başta bazı arkadaşlarımız oyunu bırakınca toparlayamıştık, zaman da yaklaşıyordu oyuncu değişikliği çok iyi oldu bizim için, çok iyi anlatıcılar bulduk, çok iyi, güzel rol yapanlar, repliklerini güzel yazanları bulduk. Çok zevkli zaman geçirdik Baharistan ekibi olarak.



Mutlu: Bir ara oyunun üç bölümünü yazdıktan sonra arkadaşlarımız gelmemeye başladı. Çalışmalarda sorunlar çıkarmaya başladılar. Başak hoca da bundan sıkılmıştı biraz, bir ara Başak hocayı çok sinirlendirmiştik tiyatroya gelmiyordu bizi cezalandırmıştı. Yeniden kendimizi toparlayarak kendimizi affettirdik. İnşallah böyle bir şey başımıza bir daha gelmez.



Başak: Krize girmiştik bir dönem, değil mi? Katılımı sağlayamıyorduk, önhazırlıksız geliniyordu, replikler unutuluyordu, çalışmanın gündemi hatta oyunun ne olduğu, oyunun konusunun bile unutulduğu oluyordu. Böyle olursa devam edemeyeceğimiz açıktı. Ben de bir çalışmayı nedenlerimi açıklayarak terk etmiştim. Haftada bir gün toplam seksen dakika çalışarak kolektif oyunlaştırma yapmaya çalışıyoruz. Kendi metnimizi kendimiz oluşturuyoruz. Sahne üstünde de söylemek istediğimiz şeyi beden diline döküyoruz. Herkesin kendi sorumluluğunu alması gerekiyordu. Ben herkesin sorumluluğunu alırsam herkes bana bağımlı olurdu, halbu ki bir ekip gibi çalışmak istiyorduk. İş bölümünde hepimizin gönüllü olarak aldığı bir yeri vardı, burada aksaklık çıkınca işimiz de aksıyordu. Arkadaşlarımız sorumluluklarını yerine getirme sözü verdiler ve bunu da yaptılar. Biz de tekrar birbirimize güvenerek yola çıktık. O krizi atlattık.



Mutlu: Kriz tiyatroyu da vurdu. (Gülüşmeler.)



Fadime: Aslında ilkesel kararlar gerekiyor bazen böyle süreçlerde çünkü oyuncuların ürettiği bir oyunda oyuncu hiç bir şey yapmadan, düşünmeden gelince ya da hiç gelmeyince eğitmen oyuncuları uyarıyor ve sorunu açıklıyor buna rağmen oyuncular aynı şekilde devam ediyorsa eğitmenin yapacağı fazla bir şey kalmıyor. Ben bir de şunu merak ediyorum bu oyundan sonra yaşantınızda veya düşüncelerinizde hiç değişiklik oldu mu?



Mutlu: İlk önce hayata bakışım değişti her şeyi kavga ederek değil anlaşarak çözmeyi öğrendim. İnsanların da bana bakışı değişti mesela bazı arkadaşlarım beni gördüğü yerde “a ne güzel oynamışsın, ne güzel yapmışsınız” dediler, bana olan tavırları değişti, daha iyi arkadaşlar edinmeye başladım. Derslerimde bir değişiklik olmadı. Derslerime zaman ayırdığım kadar tiyatroya da zaman ayırmaya çalıştım. Gerçekten başardığımı düşünüyorum. Büyük değişiklikler oldu.



Sevcan: Oyunun bir yerinde yağ satarım bal satarım oynadığımızda orda şaka falan yoktu sonra arkadaşımız yanlışlıkla düştü biz güldük oraya da şaka katmak istedik. O yüzden öyle güzel oldu.


Cem: Tiyatroya bakışlarım değişti. Daha da ilerilere götüreceğimizi anladık. Başak öğretmen yardım etmeseydi tiyatro öylece kalacaktı. Ama daha da ilerilere götürdüğümüz için ekibime teşekkürler ediyorum. Konuşarak çözdük sorunlarımızı, konuştuk tatlıya bağladık.



Fadime: Baharistan’da öyleydi ama dışarda öyle mi?



Cem: Dışarda öyle değil yani. Bazen kavgayla çözülüyor sorunlar bazen de konuşarak.



Berfin: Kendi seçtiklerimizi kendimiz yazdığımız için daha rahat oluyordu bizim için oynamak, ezber diye bir sorun kalmıyordu. Benim hayata bakış açım değişti. Tiyatro olmadığı zaman mesleğime tam olarak karar veremiyordum ama şimdi tam olarak karar verdim bir tiyatrocu olacağım. Bunun için daha çok derslerime çalışmaya başladım. Çok başarısızdım yani açık açık söyleyeyim. Ama şimdi o amacımı düşündükçe daha çok hırslanıyorum onu yapabilmek için uğraşıyorum. Sırçasız Tiyatro ekibine çok teşekkür ederim.



Süheyla: Bence tiyatroyu bir adım daha ileri götürdük. Tiyatroya bir zevk daha kattık. Bizi bütün izleyenler “Çok iyi oynadınız.” diyordu. Bazı sınıf arkadaşlarıma baktığımda onların da bakış açıları değişmişti. İyi bir etki aldıklarını zannediyorum çünkü bazı arkadaşlarımız çok yaramaz oldukları halde şimdi paylaşmayı daha iyi bilebiliyorlar.



Başak: Biraz da bu gelip gidenler hakkında konuşayım mesela Sedat da Süheyla’nın sınıf arkadaşı. Topluluğa katılmasını Süheyla önermişti. Sedat’ın dikkat problemi var ve “yaramaz” diye nitelendirilen bir çocuk. Süheyla Sedat’ı bana tanıtırken şöyle söylemişti: “Öğretmenim bir arkadaşımız var çok sanatçı ruhlu ama çok enerjik aslında yapabileceğini düşünüyorum.” Gerçekten de Sedat’ı sahne üstünde gördüğümüzde yoğun bir konsantrasyon sağladığını ama rolü bittiği andan itibaren dağıldığını ve diğerlerini de dağıttığını gördük keza Melisa, Tolga, Serkan arkadaşlarımız vardı çok yetenekli ama oyuncu disiplini edinmekte zorlanan. Böyle çok gelip giden arkadaşlarımız oldu kimisi kendiliğinden bıraktı, kimisi topluluk kararıyla önce sarı sonra kırmızı kart gördü ama ayrılanlarla bağımız hiç kopmadı kimi gelip ışıkta destek verdi, kimi kapıda, kimi bilet ve tanıtımda destek verdi. Hepsi oyunu izledi.



Mutlu: Tolga, benim sınıf arkadaşım en başta o da vardı çalışmalarda. İki tiyatroda da oynuyordu bir Gülden Hoca’nın tiyatrosunda bir de bizim oyunda, dersler ve iki çalışma zor oluyordu. “Hangisinde kalacaksın?” dediler o da Gülden Hoca’nın tiyatrosunu seçti. O çalışma sonlanınca buraya gene gelmeyi düşündü ama gelmedi.



Başak: Gülden Hanım da Türkçe öğretmenimiz. Metinle çalışıyor ve çok iyi oyunlar çıkarıyordu ama maalesef bu senenin ortalarında çalışmayı sonlandırdı.



Berfin: Ben arkadaşlarımız gelmediği zaman görüyordum soruyordum neden gelmedin diye, “Unuttum” diyorlardı ağzım açık kalıyordu yani. Tiyatroyu nasıl unutuyorsunuz falan diyordum. Bugün Betül’ü gördüm tiyatro var gelmeyi unutma dedim ama gelmedi.

Cem: Cem diye bizim bir sınıf arkadaşımız var. Oyuna girdi yeni konular kattı. Oyunlarımız değişti. Yeni replikler aldı. Şimdi çıktı derslerinden geri kalıyor diye. Yarışmaya falan girdiği için.



Başak: Üstün ve özel yetenekli çocuklar sınavına hazırlanıyordu.



Cem: Sınıfa gidip baktığım zaman da çok iyi şeyler anlamış, oyunlarını güzel sergiliyor şimdi, replikleri hala unutmamış.



Süheyla: Ben Sedat’ın karakterinin değiştiğini zannediyorum. Tiyatroya katılmadan önce çok çok ama çok yaramazdı. Yine sınıf öğretmenimizi çok kızdırıyor. Dersler de duruyor da tenefüslerde birilerini dövüyor yani kendisinde öyle bir ruh var enerji dolu bir çocuk. (Gülüşmeler.)



Sevcan: Duygu vardı benim sınıfımdan geçen sene katılmıştı ama evi uzak olduğu için ağabeyi gelip bu saatlerde alamadığı için gelemedi. Bence bizim sınıfta Zehra var o da yetenekli ama annesi diyor ki “ben gelip seni alamam” diyor. Alsa Zehra da gelirdi. İkinci sınıfta Ferdi öğretmenimiz varken biz tiyatro yapıyorduk. Okuduğumuz kitaptan, ben anlatıcı oluyordum onlar da oyuncu oluyordu ben anlatırken onlar donuyordu.



Fadime: Size birer tane hamur verilse tiyatroya dair bir şeyler yapın dense ne yapardınız?



Sevcan: Ben hamurlardan Sırça Köşk’ün binasını yapmaya çalışırdım. Etrafına insanlar yapardım. Oraya da kafatası gibi bir şeyler yapardım. İnsanlar eline alırdı böyle bakardı.



Berfin: Ben hamurdan bir sahne yapardım. Yani tiyatroyla ilgili tam olarak yapamasam da benzetmeye çalışırdım ve iki üç tane yapardım. Çok yapardım.



Cem: Bahar’ın kafasını yapmaya çalışırdım. Onu gerçek dünyaya çevirmeye çalışırdım. İnsanlar, evler, yaşam dolu insanları yapmaya çalışırdım.



Mutlu: Ben bir top yapardım. Çünkü tiyatro genel olarak paslaşmadan oluyor yani sen ondan görürsün ya da ondan duyarsın. Dilden dile aktarılarak gelmiştir tiyatro, görülerek gelmiştir. Eskiden yapmıştık ilk çağlardan beri tiyatroyu anlatmıştık “Horo Horo Kabilesi” oyununda oradan da aklıma geliyor tiyatro taklitle oluyor. O yüzden bir küre yapardım kürenin içinde her şey olurdu yani dünya yapardım yani bir küre.



Süheyla: Kendi oyunumuzun içinden sergilediğimiz bir oyun resmini hamurla yapardım. Kendi oyunumuzu da tanıtır tiyatroyu da tanıtır. Tiyatroda mutluluk olduğunu da tanıtır.



Sevcan: Geçen sene yaptığımız Horo Horo vardı.



Fadime: Ne horo? (Gülüşmeler.)



Başak: Geçen yıl 27 Mart için hazırladığımız antik çağdan günümüze tiyatronun nasıl geliştiğini anlatan oyunlu sunum.



Sevcan: İlk çağı yapmıştık. Nasıl olur diye. İlk çağların insanlarını yapmıştık nasıl yaşarlar diye ben leopar olmuştum. Avcı vardı beni yakalamaya çalışıyordu. İlk Melisa abla olmuştu o ağır diye taşıyamıyorlardı. Beni leopar yapmışlardı hafifim diye. Öğretmenim çok güzeldi o. O Horo Horo’yu da yapmak isterdim böyle. İlk çağın insanlarını yapmak isterdim.



Mutlu: Zaten tiyatro da hayata bakarak oluyor. O zamandan beri var.



Fadime: Sen ne yapardın hamurdan Başak?



Mutlu: Börek yapardım. (Gülüşmeler.)



Başak: Hamurdan birlikte oyun oynayan iki figür çocuk da olabilir bunlar, etraflarına da seyirci yapardım.



Fadime: Ben de bir sahne dolusu çocuk yapardım. Renk renk, boy boy, çeşitli kıyafetlerde, uzun kısa siyah, beyaz, sarı...



Mutlu: Şey yapabilirdik madene indiğimiz için elimizde kazma küreklerle iplerle urganlarla falan bir resim yapardık, bir heykel...



Fadime: Maden aynı zamanda sizin için emek, çalışma değil mi? Bir şey çıkarmak.



Mutlu: İnşaa etmek...



Fadime: Güzel bir şey söyledi ama Mutlu. Maden çıkarmak zor değil mi?



Başak: Biz ne yapacağımızı bilmiyorduk senenin başında, bu sene konuştuk seneye Rıfat Ilgaz Bacaksız çalışalım diye ama sahneye nasıl bir şey çıkaracağımız hakkında en ufak bir fikrimiz yok. Dans tiyatrosuyla mı karşılaşacağız, bizdeki yetenek ne, madene indiğimizde ne bulacağız, elimizdeki malzeme ile neyi çıkarabileceğiz, nasıl bir süreç geçireceğiz her şey ürünü etkiliyor o yüzden madene inmeye benzetiyoruz çalışmayı.



Fadime: Ama maden de algılanmış, çok güzel anlaşılmış galiba. Başka ne söyleyebilirsiniz o hamurla ilgili?



Mutlu: Tiyatroyu bir insanın hayatına benzetebiliriz. İnsanın hayatında yaptıkları gerçekten de tiyatroya benziyor. Hüzünleri, tutkuları, mutlukları hepsini birlikte hissediyor, arkadaşları, akrabaları ne yapıyorsa onlarla beraber yaşıyor. Yalnız insan da olabilirdi bu.



Cem: Ben de bir çocuğun hayatını anlatmaya çalışırdım. Ne yapıyor, ne ediyor bugün hangi dersleri yaptı... Hepsini...



Fadime: Peki aslında sizin o sahnedeki hamur olduğunuzun farkında mısınız? Oyununuzu izlediğimizde aslında hamurdan kendi kendinizi inşaa etmiştiniz. Oraya ulaşmıştınız o zaman onu söylemek isterim. Bahar’ın kafasını yaparım dediniz ya o mesela, biz somut bir kafa olmasa da Bahar’ın kafasını anladık. Aslında siz onu hamurdan yapmıştınız ve biz onu gördük.

Mutlu: Biz de zaman geçtikçe pişeceğiz ve Başak Hoca gibi kalıplaşmış bir hamur olacağız.



Başak: Nasıl yani? (Gülüşmeler.)



Mutlu: Hani sizin kişiliğiniz belli ne yaptığınız belli.



Fadime: Hamur ve güneş önemli şeyler, ekmek gibi. Sonraki yaşamında bu sanat alemine dair ne düşünüyorsun Mutlu? İleride değişebilir ama şimdiki düşüncelerin nedir? Tiyatro alanına dair şunu yapacağım, dansa dair bunu yapacağım diye bir şey düşünüyor musun? Metin yazarlığı, sahne, kostüm tasarımı, müziğe dair?



Mutlu: Ben doktor olmayı istiyordum en çok ama tiyatroya katıldıkça fikirlerim değişiyor. Burada inşaatçıyı gösterince inşaatçı olmak, doktoru, hemşireyi, aşçıyı gösterdikçe, tanıdıkça bir şeylere daha özeniyorum. Tiyatroyu sürdürürüm yani sürdürmeyi istiyorum. Mesela doktor olsam bile çıkarım böyle ara meslekte güzel festivaller olursa katılırım.



Sevcan: Ben öğretmen olmak istiyorum. İngilizcem iyi olursa İngilizce öğretmeni ve tiyatro da çalıştıracağım çocuklara.



Cem: Müziklerimi yine Amelie müziği koyacağım, (Gülüşmeler.)Cumartesi-Pazar’ımda tiyatro yapacağım. Hafta içi de müzik öğretmeni olacağım.



Berfin: Ben tiyatrocu olacağım ve tiyatro öğretmenliğini de yapacağım. Tiyatro ile ilgili çok şey yapacağım.



Süheyla: Ben cerrah olmak istiyorum boş zamanlarımda, tabi doktorluğun boş zamanı olursa tiyatroya giderim festivallere de katılabilirim, kendimi çok hissederim tiyatroya katılınca... Tiyatro izleyince kendi anılarımı hatırlarım. Doktor olsam da tiyatroculuğumu unutmam.



Fadime: Tiyatro insana dair anılarımızı da açığa çıkarıyor unutmamamızı görmemizi sağlıyor.



Başak: Okulumuzun bulunduğu mahallenin kültür-sanat ile ilişkisi ancak buraya gelebilen kurumlar veya kişiler aracılığıyla olabiliyor. Dolayısıyla ilk sırayı televizyon aracılığıyla edinilen kültür-sanat bilgisi alırken, ikinci sırayı mahalleden ve okuldan alınan görgü alıyor. TV’deki yarışmalar çocukların ilgisini çekiyordu. Yarışmaların yaratığı kirliliği ve yarışmalara katılım sürecinin dayattığı kölelik sistemini dinledik Melisa’dan. Seçmelere katılmak için ta cehennemin dibine kadar yol gidiyor, dört saat bekliyor, beklerken yarışmacı çocukların saatler süren eziyetli provalarını görüyor yine de yılmıyor, şükür ki eleniyor ve başka bir yarışma olan SBS sınavına evde hazırlanmak üzere test kitaplarının başına dönüyor. Nisan ayında bir haber görmüştüm gazetede Fransız bir yönetmen diyor ki “Filmimiz bir bebeğin hayatını anlattığı ve Fransa’da bebekler sette bir saatten fazla tutulamadığı için çekimlerde çok zorlandık. Keşke Türkiye’de çekseymişiz. Burada ne kadar serbestmiş.” Uzaktan baktığımızda çok güzel Sırça Köşk’de yaşam ama içinde neler dönüyor, hangi haklar gaspediliyor?



Mahallemizde ücretsiz konserler oluyor ara sıra, okulumuza ise çocuk oyunları geliyor 2-3TL karşılığında öğrenciler izliyor ama çoğunu özensiz veya sıkıcı bulup beğenmiyorlar. Bu yüzden emeğimizi altenatif festivallere taşımayı tercih ediyoruz. Geçenlerde Berfin yazın ne yapabileceğini sordu. Bir eğitmen olarak bu soruya net bir cevap veremedim. Sadece ne yapmasa daha hayırlı olur onları söyleyebildim: eğitimci etiği düzgün işlemeyen bir yerde çalışma, rekabetçi, yarıştırmacı bir ortamda çalışma, senin görüşlerini kaale almayan insanlarla çalışma... vs diyebildim ama sanırım bunların daha da tartışılmasına ihtiyaç var.



Fadime: Aslında benim sorularım bitti ama şu anda aklıma gelen bir şeyi sormak istiyorum: Kadın eğitmenle çalışmak bir fark yarattı mı?



Süheyla: Erkek olsaydı kendimizi daha rahat ifade edemezdik, oyunumuzu rahat oynayamazdık, Başak Öğretmen bir kadın olduğundan kendimizi daha rahat bırakabiliyoruz bir kız olduğumuzdan. Erkek olsaydı yine devam ederdik ama o kadar rahat yapamazdık.



Berfin: Bence kadın olması daha iyi oldu. Kızların sorunlarını daha iyi anlayabiliyordu daha yumuşak, daha iyi davranıyordu erkeklere de öyle ama erkek olsaydı en ufak bir şey yaptığında sana bağırıp sana vurabilirdi. Kadınların yürekleri aslında biraz da yumuşaktır. Kızların sorunlarını çok iyi anlayabiliyor diyelim ki bir sorun çıktı tiyatronun ortasında ona söyleyebiliyorsun utanmadan. Erkek olsaydı utanırdın.



Cem: Kadın olsa daha iyi olurdu... Zaten kadın... (Gülüşmeler.) Hem yakın bize benim hem öğretmenim hem tiyatro öğretmenim ikisini bir anda sunuyor.



Sevcan: Benim için erkek ya da kadın hiç farketmez.



Mutlu: Benim için farketmezdi. Sen tiyatroya gönül vermek istiyorsan ikisine de duygularını açıkca söyleyebilirdin. Ama ben sizin özelliğinize sahip olmak isterdim. Her şeye bakış açınız farklı yönden. Eleştirilmeye açıksınız. Eleştirilmeyi de seviyorsunuz yani. Sizi örnek alabilirim yani.



Başak: Aslında nasıl bir eğitmen olmalı sorusu da sorulabilir? Sadece kadın olması iyi bir eğitmen olmasına garanti midir? Kadın ve erkek eğitmenlerde hangi özellikler olmalı?



Sevcan: Ben kötü öğretmenle çalışmak istemem yani kızgın, yanlış yaptığımızda çok kötü kızar falan.. Ben iyi bir öğretmenle çalışmak isterim sakin... Başak öğretmenimiz bir hata yaptığımızda onu daha iyi çalışmamız gerektiğini anlatıyor. Sakin bir öğretmen.



Berfin: Bir şeyi yapamadığın zaman sana kızmayıp onu yapmayı defalarca olsa bile sana öğretmeye çalışan bir öğretmenle çalışmak isterim. Bu sorunu çok yaşıyorum okulda, sınıfta sınıf öğretmenimiz bana kızıyor. Yine de benim öğretmenim çok iyi bir öğretmen onu da söyleyeyim yani.



Başak: Gürsel Çelikkol öğretmenden bahsediyor, hümanist bir eğitim anlayışı vardır, beş yıldır emeği var bu çocuklara aslında kendisinin ilk mesleği de maden mühendisliği.



Fadime: Berfin zaten onun hakkını iade etti ama küçük de olsa engellenmesinin yaratıcılığına ket vurduğunu söyledi.




Başak: Bazı insanlar diğerlerinden biraz fazla sanatçı duyarlılığıyla doğarlar bunu kabul etmek lazım. Desrte sıkılıp uyuyan, çabucak dağılan çocuklar ama bir kanal açtığınızda oradan koşarak akabileceklerini düşünüyorum. Berfin’in buna ihtiyacı vardı kendisi de söylüyor zaten. Röportajın başında da sıkılıyordu ama burasının bir ifade etme alanı olduğunu anladığı zaman kelimeler aktı ağzından, dikkati de hiç dağılmadı, ilgisi arttı.



Süheyla: Ben de iyi bir öğretmenle çalışmak isterdim sakin bir öğretmenle kendine güvenip sizin de kendinize güvenmenizi üsteleyen bir öğretmenle. Tiyatro öğretmeni de bir maden mühendisi gibi, araşırıp, emek verip sabretmeli. Bunun bir sonucu olacaktır. Çıkan oyun da başarıyla son bulacaktır.



Cem: Kötü bir öğretmenle çalışmak istemezdim. Konuşarak halledemezdik kavga ile hallederdik.



Mutlu: Bu işi para için yapanlar var şu ünlüyü göreceğim bu sanatçıyla çıkacağım diyenler de var. Düşünerek girmeliyiz bir tiyatroya, düşünerek yapmalıyız bir iş yaparken. Hangi eğitmenle çalışacağımıza, ilk önce ona uzaktan bakmalıyız. Bazı kişilere sorup soruşturmalıyız. Bu öğretmen nasıl? Öğretim tipi nasıl? Soruşturmalıyız ki, iyi bir eğitmenle çalışalım.



Fadime: Sanatı öğreten öğretmen ile sınıftaki öğretmen farklı özelliklere mi sahip olmalı?



Süheyla: Bizim sınıf öğretmenimiz Füsun Demirtaş, kendisi sinirlidir. Kendisi sanatı çok sever, bilime çok inanır. Bize hikaye kitabı okur, çok kitap okumuştur şu ana kadar hepsinde kendinin genel tekniklerini, yeteneklerini kullanır, konuşmasını değiştirir erkekse kalın, kadınsa, çocuksa öyle ses çıkarır. Rol yapar. Kendi sınıf öğretmenimiz böyle, Başak Öğretmen böyle, sanatla hiç ilgilenmeyen bir öğretmenin nasıl olacağını hiç tahmin edemiyorum.



Cem: Bizim öğretmenimiz de Serpil Öztürk. Kızgın biraz ama hemen siniri geçiyor, bize acıyor.



Mutlu: İnsanın bilimden, sanattan aldıkları öğrendikleri önemlidir de, ailesinden aldığı şeyler de önemlidir. Tiyatro ile uğraşan, öğretmenlik yapan, kendi yaşamını da sürdüren bir insanın üç yüzü olmaz. Tiyatroya girdiğinde diğer kapıları kapatır, normal hayatısına döndüğünde yine diğer kapıları kapatır, öğretmenlik yaptığında yine diğer kapıları kapatır ama kişiliği değişmez. Böyle bir tipteki biriyle çalışmak isterdim.



Cem: Bütün derslere aynı öğretmenin girmesini isterdim. (Gülüşmeler.)



Mutlu: Ben Başak Hocaya bir soru sormak isterim bu tiyatroya başladığımızdan beri bizde ne gibi değişiklikler gördünüz?



Başak: Sizler oyun oynamayı seven birbirinden habersiz çocuklar olarak sahneye çıktınız. Sonra şöyle çocuklar oldunuz: oyun oynamayı seven, oynadığı oyunu göstermeyi seven, seyircisine saygı duyan, yaptığı işe saygı duyan, çalıştığı arkadaşlarını tanıyan ve onlara saygı duyan çocuklar oldunuz benim gördüğüm. Bir dramaturji tartışmasında hatırlarsanız iki saat Baharistan’da oyundan atılma cezası olsun mu olmasın mı diye tartışmıştık. Demokrasi, haklar ve özgürlükler tartışmasına dönmüştü, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığınızı söylemiştiniz. Tartışma bittiğinde oyunun finali de belli olmuştu. Siz birarada sahnede tatışabilmeye, üretmeye başladınız en önemli değişim de bu oldu galiba. Beni de değiştirdiniz sizden ısrar etmeyi ve sabretmeyi gördüm.



Fadime: Siz dünyadaki çocuklara bir selam olarak ne söylemek istersiniz?



Başak: Aslında oyunun sonunda verdikleri selamın dramaturjisi o, fakat burada söze dökecekler.



Sevcan: Mesela hayatta olmayan arkadaşlarıma şöyle demek isterdim merhaba... Onların da böyle bizim gibi hayatta olmalarını isterdim. Hayatta olanlara, sokakta yatan, evi olmayan arkadaşlarıma onların da evleri olmasını istediğimi söylerdim.



Mutlu: Benim sahnede yaptığım selam böyleydi... Yani “hoşgeldiniz” anlamında. Ben mesela hayatında hiç tiyatro izlemeyen çocuklar var, bazı meyveleri hiç yememiş olanlar var, oyun oynamamış çocuklar var onlara “hoşgeldiniz Baharistan’da her şeyi yiyebileceksiniz, istediğiniz yerde denize girip, istediğiniz yerde yüzebileceksiniz, uçabileceksiniz, hoşgeldiniz” derdim.



Süheyla: Ben bütün herkese ulaşmasını istediğim beş-altı uçurtma yapardım. Birincisine şöyle yazardım: Hayatta başarılı olmak için çalışmak gerekir. İkinciye de şöyle yazardım: Tiyatroya katılıp, sunmasalar bile küçük bir tiyatro kurup orada kendilerini hayata vermiş olmalarını, hayata bakış açılarının değişmesini. Üçüncüye: Kendilerini rahat bırakmalarını, çok özgürce olmalarını kitap da okumalarını söylerdim. Dördüncü uçurtmamda da, ben dört tane yaptım aklımda beş-altı tane dedim ama: Onlara kendilerini köle gibi kullandırmamalarını, kendilerini özgürleştirip her şeyi anlamalarını, akıllarını çalıştırmaya çalışmalarını okuyup, araştırmalarını söylerdim. Bilime hizmet etmelerini bütün dünya çocuklarının tiyatroyla birlikte serbest olabileceğini söylerdim. Dağıtırdım dünyanın her yerine. Tabii her yere gitmezdi. Gittiğini varsaysaydım bütün herkes bunları duysaydı belki de büyük bir el çabasıyla, el ele koyunca kendimizi bütün Türkiye’ye duyurmak daha güzel olurdu.



Cem: Cartoon Network’daki reklam gibi bütün okumak isteyen çocuklara bir kurum kurmuşlardı bütün her şeyi yaymak yani.



Başak: Elinde bir mikrofon var dünyanın her yerinde sesin duyulacak ne demek istersin çocuklara?



Cem: Aboov! (Gülüşmeler.)



Berfin: Ben bütün çocukların özgür olmasını isterdim. Süheyla arkadaşıma katılıyorum bu konuda. Birisi taciz ettiği zaman söylemiyorlar niye söylemiyorsun ki? Korkusundan. Ben olsam söylerdim. Yaşamayan arkadaşlarım için de dünyada mutlu olamadılar bari orada cennette mutlu olsunlar derdim çünkü bütün çocuklar cennete gider. Orada Baharistan gibi her şey serbest. Yemek yiyorlar ama sadece istedikleri için yiyorlar yani karınları aç olduğu için değil. Kısacası özgür olmalarını isterdim hepsinin.



Fadime:Sen çocuklara ne söylemek isterdin?



Başak: Hiçbir zaman cesaretlerini kaybetmemelerini, kendilerine inanmalarını, arkadaşlarıyla birlikte oyun oynamaya devam etmelerini.



Mutlu: Bir de bir şey söylemek istiyorum biz oyunumuzu oymamaya gittiğimizde dört beş oyun aynı salonda oluyor. Bir oyun bir salonda bir gün oynansa, diğeri diğer gün başka salonda olsa daha iyi olmaz mı?



Süheyla: Eğer bu bir kitabın ön sözü olacaksa son sözü şöyle söylemek isterim. Bu kitabı okuyan bütün çocukların başarıya uğramasını dilerim.



Fadime: Çok teşekkür ederim hepinize zaman ayırdınız.



Sırçasız Tiyatro Ekibi: Biz teşekkür ederiz.



Fadime: Sizi hep böyle gülerek dinledim çenem ağrıyor. Ben de ZHS’deki arkadaşlarım adına sizi müsait olduğunuz bir dönem Zeytinburnu’na davet ediyorum. Biz bir yıldır çocuklarla barış ve adalet için bir uçurtma şenliği yapmak istiyoruz.



Başak: Süheyla’nın uçurtmaları hazır.



Fadime: Belki 1 Eylül Dünya Barış Günü yapabiliriz diye düşünüyorum davet ediyorum sizi Zeytinburnu çayırına.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder